Ufuk Güldemir'le tanışıklığım çok eski değil. Ama televizyonu açıp da kaybettiğimizi öğrenince eski ve yakın bir dostumuzu kaybetmiş gibi dondum kaldım. Birkaç ay önce çok önemli bir uluslararası kanser kongresi vardı. İstanbul'da düzenlenmesi için 10 yıl uğraşılan bu önemli toplantı, yazılı bilgiler verildiği halde basında pek duyurulamamıştı. Bunu öğrenince çok üzüldüm, çünkü dünyanın her yerinden birçok yeniliğin konuşulacağı, hasta ve yakınlarının çok faydalanacağı bir olaydı. Aklıma kader birliği yaptığımız Ufuk Güldemir geldi. Telefon edip anlattım. "Haber müdürümüze söyledim, ne isterseniz birlikte yaparsınız," dedi. Ne yapıp edip hemen o akşam Kongre Başkanı Prof. Dr. Haluk Onat ile beni haberlere misafir ettiler. Zaten ertesi gün de açılış vardı. Haber televizyonda öğle güzel değerlendirildi ki ilgi çok büyük oldu. Ben de o akşam bize tanınan bu süreyi ilginç kılacak bir şeyler bulmak için kıvranıyordum.
Hayata Merhaba adlı kitaptan ve medyadan, herkes kanserle olan dansımı ve yolculuğumu çok iyi biliyordu. Bir tek tedavi ilerleyip kemoterapi ve radyoterapiden yaratık haline geldiğim dönemde midemde tüp, boynumda sıvılar akan yaralarımla ilgili görüntü yoktu. Hasta olup tedaviye gittiğimden beri eşimden başka hiç kimsenin beni öyle görmesini istemediğim için herkes beni hiçbir değişikliğe uğramadan iyileşen bir talihli zannediyordu.
ERKEN TEŞHİS ÖNEMLİ Bense beni sevenlerin üzülmelerini, acımalarını istemiyor, eğer bu mücadelede yenik düşersem, beni hep aynı şekilde hatırlamalarını diliyordum. Ama o gece başkaydı. İnsanları sarsmak ve "KANSER diye çok yakın bir tehlike var arkadaşlar! 'Korkmayın,' diyorsak, 'Tedavisi çok ilerledi,' diyorsak da tetikte olup erken teşhise önem verin, iyileşenler bile çileli bir dönem geçiriyorlar," diye bağırmak istiyordum. Sönmez'in ''Neler geçirdiğimizi unutmayalım,'' diye çektiği, ama herkesten sakladığım resimleri alıp gittim. Kiminde telden bir fileyle masaya kilitlenmiş halde radyoterapide, kiminde kirpiksiz saçsız bir yaratık halindeyken, neredeyse morarmış boynumdaki açık yaralar, kiminde üç gün, dokuz-on saat süren damardan ilaç verilmesi görüntülenmişti. Midemden su, yemek ve ilaç verilirken çekilen fotoğrafları zaten götürmemiştim. Orada öyle vakalar gördüm ki (İçinizi sıkmamak için anlatmayacağım) ben gene en şanslılarındanım. Bu fotoğraflarını göstermem olay oldu. Böylece herkesin dikkatini kanserin önemine çekmiş olduk. O çirkin, yaratık gibi halimi görmüş olmaları artık umurumda değildi. Fotoğrafın yayınlanmasıyla milyonlarca kişiye sesimizi duyurmuş olduk. Dualarıyla beni iyileştirenler için görevimin bir kısmını yapmış olmaktan mutluydum.
HAYATA SARILDI, AMA OLMADI Güldemir "Söyleşi çok sükse yaptı. Telefonlar kilitlendi. Ne zaman nasıl istersen, hep desteklemeye hazırız," dedi. Tedavisine ara verildiğinde dostları bir sürpriz parti yapmış, televizyonda onun arkadaşlarına sarılışını seyrederken gözümden yaşlar akıyordu. Gülüşü daha da güzelleşmiş, hayat arkadaşı zarif ve güzel Gaya Hanım'la mutluluğu, dinginliği yakalamış, güçlenmişti. Onunla konuşurken, son tedavinin ardından bunu kutlayacağımıza o kadar inanmıştım ki! Sonra Serfi bir yemek organize etti. Bütün gece bekledik, gelemedi. ''Kemoterapi aldığı için halsizdir,'' diye düşünmek istedim. Son zamanlarda daha farklı bir dostluk, dayanışma, ruh ikizini yakalamış olmanın verdiği inançla sanki hayata sıkıca sarılmış ve bırakmak niyetinde değilmiş gibi geliyordu bana. İyileşmesi için çok içten dualar etmiştim, olmadı, gelemedi. Kutlayamadık. Haksızlığa uğramışım gibi kalbime bir ağrı çöktü. Bütün bunları niye yazıyorum biliyor musunuz? Lütfen sağlıklı günlerinizin kıymetini bilin. En özel insanlar bile kuş misali bir yerlere göçüp gidiyor. Hepimiz bir gün "Bir varmış bir yokmuş," olacağız.
Yayın tarihi: 16 Haziran 2007, Cumartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/06/16/ct/akin.html
Tüm hakları saklıdır.