Genelkurmay sitesindeki açıklamaların demokratik yanı üstüne söylenecek fazla bir şey yok. Ama arkasında bir sosyoloji de var ki, üstünde düşünmemizi gereken şey bence o. Çünkü, Türkiye'nin son elli veya otuz yılının sosyo-politik oluşumu yatıyor altında. Şöyle açıklayayım.
'Yeryüzü lanetlileri' 1990'lardan itibaren Türkiye'de yeni bir siyaset anlayışı ve onunla birlikte siyasete ağırlığını koyan yeni bir kitle var. Bu yeni kitle daha önce merkez sağ tarafından kapsanan ve Türkiye'de hakim olan yapıyla bütünleştirilmek, onun bir parçası haline getirilmek istenen ama şimdi farklı bir taleple ortaya çıkan kitledir. Bu kitle 1950'lerde köylerden kentlere yönelen göçlerle birlikte ortaya çıktı: Büyük kentlerin etrafındaki gecekondu mahallelerine yerleşti. (Ah, şu seçim sıcağı günlerinde insanlar otursa art arda, birbirinin devamı olan iki romanı, büyük yazarımız
Orhan Kemal'in
Bereketli Topraklar Üstünde ve
Gurbet Kuşları'nı serin serin okusa.) DP-AP-ANAP çizgisinin amacı bu kitleye yeni olanaklar sunmak, onları sistemin kalbine çekmek ve orada yerleşmelerini sağlamaktı.
O kadar ki, dönemin sol partileri bile solculuklarının amacını "bu kitlenin sistemle uyuşmasını sağlayacak politikaları üretmek" diye açıklıyordu. CHP'nin çıkışı buydu. "Aksi takdirde sistem kopacak" iddiasını öne sürüyordu. 195090 arasında Türk siyasetinin ana meselesi budur. Başarılmadığını söylemek de yanlıştır. Türkiye'deki cumhuriyetçi modernleşmenin en büyük başarısı da budur.
Sistem için(d)e dönüşmek diyelim buna.
Büyük kırılma 1980'den sonra işler değişti.
Kimlik politikalarının öne çıkması ve klasik modernleşme kaygılarından uzaklaşılması, onu meydana getiren diğer birçok sosyokültürel nedenle birlikte insanlar, kitleler artık yeni talepler üretmeye başladı. Sistemle kültürel anlamda bütünleşmeden modernleşme isteği bu yeni dönemin belkemiği oldu. İnsanların modernleşmeye hiçbir itirazı yoktu, "yukarı doğru çıkan" bir toplumsal gelişme hala geçerliydi. Fakat artık herkesin kendisi gibi olmak, yaşamak istediği bir döneme girilmişti. 1950'lerin '
İflahsızın Yusuf'un (O. Kemal'in romanındaki kahraman) artık torunları vardı. Şehrin içinde bir yerde oturuyordu, o kentin bir parçasıydı onlar ama şimdi dedeleri gibi "aman, şehirli adamı cin gibi çarpar" demiyor, onu görünce şapkasını çıkarmıyor, tam tersine ondan kendisine, emeğine, varlığına saygı duymasını bekliyordu.
Bu kesimin yükselttiği en önemli talep sosyopolitik kimliğinin kültürel kimliği içinden görülmesiydi. Din burada bir semboldü, bir ideoloji kuran ve bu arayışı simgeleştiren araçtı. Çok da etkili oldu. 1991 seçimleri sonrasındaki İslami partiler, nihayet AKP bu yeni tepkinin taşıyıcısıdır.
Yerleşik düzen bu yeni siyasal unsuru kapsanan değil kışkırtılan kitleler olarak algıladı. Muhtıranın arkası Türkiye seçime bu kesimlerle onlara kati bir biçimde tepki gösterme noktasına gelmiş sistem kurucular arasındaki net gerilimle giriyor. Onların siyasal simgesi de laiklik. Sistem kurucular daha önce sadece ordu ve bürokrasi idi. Bugün arkalarına toplumsal bir birikim, bir destek de alıyorlar, aynı zamanda onu siyasal olarak yaratmak istiyorlar; çünkü, son elli yıl, daha çok da son otuz yıl, o kesimde de bir sosyoloji üretti. Şimdi sadece
"bütünleşmemiş kentli nüfus" değil
yerleşik kentli nüfus da politize olup kendi varlığına saygı bekliyor. Ordu da onunla bütünleşmeye çalışıyor.
Bu pilav daha çok su kaldırır ve bu süreç 2007 seçimleriyle tamamlanmaz...
Yayın tarihi: 12 Haziran 2007, Salı
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/06/12//haber,694BC7E785464F8DAB08A29A19CEE96E.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2007, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.