Söz galiba Churchill'indir. 20. yüzyılın en büyük siyasetçilerinden birisi olan hazretin söylediğine göre
"demokrasi rejimlerin en kötüsüdür ama daha iyisi henüz bulunmamıştır." Siyaset biliminin de demokrasi konusunda gene çok genel bir tanımı vardır. O da, demokrasinin, en iyisi, ideal olanı henüz bulunmadığı için
"ikinci en iyi" olduğunu iddia eder.
Bunları aday listeleri açıklandığında aklımdan bir kez daha geçirdim.
Demokrasiyi eleştirmek Biliyorum, demokrasinin aleyhine bir söz söylemek, hele Türkiye'nin bugünkü koşullarında
siyasal doğruluk ilkelerine aykırı. Öyle olmasa da ben demokrasiyi reddeden, yok sayan bir söz etmem. Demokrasinin erdemine sonuna kadar inanırım.
Ne var ki, bu inancım
beni demokrasinin eleştirilmez bir rejim olduğunu söyleme konusunda ikna etmiyor. Tam tersine eğer daha iyi bir demokrasi istiyorsak bu siyasal yönetim yöntemini kıyasıya eleştirmek gerekiyor. Demokrasinin en büyük erdemi de bu: kendi kendisini eleştirecek, dolayısıyla kendi kendisini yeniden üretecek bir güce sahip olması.
Buradan
sorunun demokraside değil onu işletme biçiminde olduğu ayan beyan görünüyor. Türkiye'de yakındığımız demokrasi sorunlarının altında yatan genel gerekçe de bu. O zaman bunu biraz açalım.
Eski demokrasi Bugün Türkiye'de yürürlükte olan demokrasi Soğuk Savaş yıllarında biçimlenmiş bir anlayışa dayanıyor. O dönemde Doğu Bloku totaliter/bürokratik rejimlere sahipken Batı Bloku özgürlükçü/demokratik rejimlerle yönetiliyordu; en azından buna inanılıyordu. Doğu Bloku'nun 1989 sonrasında kademe kademe ortadan kalkmasıyla durum değişti; artık Batı demokrasisi sadece biçimsel kurallarıyla bir şey ifade etmez oldu. Demokrasinin hayatın daha ince noktalarına nüfuz etmesi için yollar aranmaya, modeller geliştirilmeye başlandı.
Böyle bir dönemde, Türkiye, demokrasinin, bırakın ayrıntıya inen yanlarını, en kaba dokusunda bile ihlallere gitti. Ortadaki anayasanın çağdaş bir demokratik muhakemeyle sorgulandığında iler tutar yanı yok. Demokrasi,
bizde anlaşıldığı ve uygulandığı biçimiyle toplumsal sorunlara çözüm üretme kapasitesine sahip değil. Fakat yanılmayalım:
eğer Türkiye'de barajı geçememiş ama DYP gibi % 7 ve üstünde oy almış partiler, Meclis dışında kaldıkları dönemde de yüz milyonlarca dolar Hazine yardımı alıyorsa, eğer milletvekili adayları genel başkanın iki dudağı arasında çıkacak bir söze bakıyorsa, partilerin taban siyaseti yapacak şekilde toplumla özdeşleşmesi söz konusu olmuyorsa, partiler toplumsal temsil kavramını hiçe sayıyorsa, hesap vermeyi bir ilke olmaktan çıkarmışsa, sonuna kadar meşruiyet krizine batmışsa, "demos" yani "halk" demokrasiden dışlanmış ve demokrasi bürokratik bir sisteme dönüşmüşse, sorun demokraside değildir; onu uygulayanlardadır. Çıkmaz!.. O zaman soru şu: bu demokrasiyi aşmak ve
yeni bir demokrasi kurmak mümkün değil mi? Hazin olan sorunun cevabı: bugünkü şartlarda,
hayır! Değil! Bugünkü durum, bir felsefe terimi kullanarak söylemek gerekirse tam bir
aporiadır; yani tam bir
çıkmazdır.
Çünkü, sistemi değiştirecek olanlar sistemi ellerine geçirmiş ve onu tıkamıştır. Ne yazık ki,
bu kısıtlamayı yaratan da bizatihi siyasal partiler ve onların genel başkanlarıdır. Bu da galiba kötünün en kötüsüdür; yani, tam da 'ört ki, ölem!' denilen haldir!
Yayın tarihi: 9 Haziran 2007, Cumartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/06/09//haber,BAB5CF44C4264F88849DC5FAA789084D.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2007, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.