Bugün demokrasi bunalımı deyince toplumda herkes askerle siviller arasındaki gerginliği düşünüyor. Hiç boşuna ve yersiz değil. Ne var ki, askerle siviller arasındaki gerilim zaten siyasete dışsal bir durumdur. Yani siyaset böyle bir zıtlaşmayı veya çatışmayı ne içerir ne de öngörür. Halbuki, bugün Türkiye'nin karşı karşıya kaldığı demokrasi bunalımı bence bundan çok daha ağırdır iki nedene dayalıdır.
İki kriz İlki, barajdır; o nedenle parlamentoda temsil edilemeyen yüzde 46 oydur. 22 Temmuz seçimlerine giden dönemde, son dört buçuk yıllık AKP iktidarı sırasında kimse
baraj meselesine en küçük bir yaklaşımda bulunmamıştır. Oysa o baraj sınırlaması Türk siyasetinin en büyük krizi olan
temsil krizini yaratmış, o da zamanla şimdi içinden geçmekte olduğumuz bunalımları doğurmuştur. Bu kısıtlama yüzünden ne Kürtler parlamentoya taşınabilmiştir ne de siyasette
koalisyonlara olanak veren bir parlamenter dağılım sağlanabilmiştir. (Burada "koalisyon" dediğimiz şey birden çok partinin yan yana gelmesi değildir: farklı politik unsurların arasında yaşanacak, sürekli
uzlaşmaya dayalı, diyalogdan kaynaklanan sürekli koalisyon, bir arada bulunma durumudur.)
İkincisi,
iradi kriz dediğimiz krizdir. Gene temsile dayanmaktadır. Fakat baraj kısıtlamasından değil siyasal kültürden türeyen bir sorundur. Kadınların, Alevilerin, alt kültür gruplarının, tepki odaklarının parlamentoya taşınmamasıdır. Şimdiki halde bu gruplar ne AKP'de ne de CHP'de mevcuttur. Sorarsanız söz konusu partiler kendilerini
dar ideolojik partiler diye tanımlamayacaktır. Oysa yapıları aynen böyle bir özelliği yansıtmaktadır. Dar ideolojik olmayan partilerin bünyesinde
tek tip bir temsil yapısı değil, çağdaş demokrasilerin en önemli gerçeği olan
çoğulcu bir yapı saklıdır. Marjinal olmayan
gövde partiler kendilerini bütün toplumsal unsurlara açar ve İngilizce deyimiyle herkesi kucaklamak anlamına gelen
catch-all parti niteliği kazanır. Bizde galiba hiç olmadı...
İçeriden dışarıya siyaset Bu durumu hazırlayan asıl/ana neden Türk siyasetinin en genel yapısal özelliğidir. Bizde siyaset daima
içeriden dışarıya dönük bir anlayışla kuruldu. Siyasetin yukarılarda bir yerlerde oluşması, mayalanması istendi. Başlangıçtaki politikasız politika dönemlerinin kurucu partisi CHP için anlaşılabilecek bu model daha sonra DP ile birlikte başlayan kitle partileri tarafından da benimsendi. En nihayet
lider hegemonyası denilen halini aldı.
Oysa dünya 1980 sonrasında her geçen gün biraz daha
dışarıdan içeriye akan bir siyaset anlayışıyla bütünleşiyor. Siyaset toplumu dizginlemek, onu denetim altına almak, onu yok sayıp dışlamak için değil, tersine onu kavramak, onun sesinizi yönetime yansıtmasını sağlamak, onun yönetimin bizatihi kendisi olmasına zemin hazırlamak için var. Çoğulculuğa yaslanmayan bir siyasetin de siyasal partinin de bugünkü anlayışta yeri bulunmuyor. Tam tersine öyle bir anlayışın artık demokrasi olmadığına karar verilmiş durumda.
Bütün bunların bir tek anlamı var: Türk siyasetindeki
sivil bilinç, demokratik bilinç eksikliği! Bu, kabul edelim ki, yaşadığımız ve daha önce de örneklerini gördüğümüz siyaset dışı nedenlerden kaynaklanan krizlerden çok daha ağırdır. Çünkü siyasetin kendi eliyle yarattığı bir iç krizdir.
Hani hep dendiği üzere sorunun çözümünü önce kendimizde aramazsak seçim bu sorunları aşmaya değil belki ancak ağırlaştırmaya yarayacaktır!
Yayın tarihi: 19 Mayıs 2007, Cumartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/05/19//haber,25322E639B8B4D88B5F5B1915BD022E9.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2007, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.