Bodrum'da bir akşamüstü... Sırtımı kaleye verip, güneşin batışını izliyorum. Önümde de hiçbir zaman farkında olmadığımız, dünyanın yedinci harikasının izleri uzayıp gidiyor. Ağabeyim Ziya, her zamanki eleştirel üslubuyla "Rant uğruna Bodrum'un o yaşam kültürünü mahvettiniz," diye söyleniyor. Ethel yengemin ise olaya bakışı daha radikal: "Türkiye'nin en büyük kültür hazinesi Bergama Müzesi, benim ülkem Berlin'de. Yanlış buradan başlıyor," diyor. Benim derdim başka: "Türkiye'den çalınan tarihi görmek için Berlin ve Londra'ya gitme hakkımın olmadığını biliyorum." (Müze için vize istesem bana 'Deli,' derler ya!...) Beni bu rüyadan yine o insanlar uyandırdı. Şöyle bir baktım, önümden her milletten insan gelip geçiyor. Özgürce ve diledikleri yere gidip geliyorlar. Affedersiniz! O insanlar gidip geliyor. Biz Türkler ise oturuyoruz oturduğumuz yerde, onları seyrediyoruz. "Hadi bu gece Kos'ta yemek yiyelim," desek, o özgürlüğümüz yok.
BODRUM'DA İŞ KOLAY
Oysa herhangi bir Yunan, böyle bir istekte bulunsa 45 dakika sonra Bodrum'da Balıkçılar Sokağı'nda Yusuf'un yerinde (Marmara) masası hazır. Ağrılı aşçı Reşat Usta'nın balık buğulaması harika... Hele mezeler tam Girit usulü. (Balıklar mı? Karşıdaki balıkçıdan beğenip satın alıyorsunuz ve pişirtiyorsunuz. Olay budur efendim.) Durun canım daha bitmedi. Önümden koşar gibi giden fileleri yiyecek ve giyeceklerle dolu Yunan bayanların, son Kos vapuruna koştururken ne aldıklarını biliyorum. Günlerden salı ise Çapıt Pazarı'ndan tekstil ürünleri, cuma ise yiyecek pazarından istedikleri her şeyi almışlardır. Üstelik inanılmaz ucuz... Gördünüz değil mi! İşte özgürlüğün adı bu... Bir yaşanmış olay anlatayım... Şu kırık k...mın röntgenini çektirip, son durumunu değerlendirmek için hastanedeyken bir telefon geldi. Tatilde hastalanan bir İngilizi almak ve ülkesine götürmek için 'uçan hastane' gelmiş. İngiliz hastayı alıp uçağa götürdüler. Adam doktor ve hemşirelerin kontrolünde uçup gitti. Yakın dostum Dr. Adil, "İnsana verilen değer bu," dedi. Hastane yetkilisi Cengiz Bey ise geçmişte yaşanan bir olayı anlatırken suratı hâlâ asıktı. Meraklı bakışlarımdaki ısrarı görünce anlattı. Kos Adası'na tatile giden bir Türk, jiple takla atıyor, parmakları kopuyor. Kos'taki hastane, parmakları dikmek için yetersiz. Bodrum'a gelmesi de imkânsız. (O an vapur yok.) Yapılacak tek şey, tam teşekküllü bir ambulansın arabalı vapurla Kos'a gitmesi ve Türk doktorların orada ambulansın içinde olaya müdahale edip kopan parmakları yerine dikmesi... Zamanla yarışta, çok ciddi iki sorun var:
'ÖNCE VİZE ALIN!'
Çünkü Kos yetkilileri, "Vizesi olmayan ambulans ve doktorlar iskeleye gelebilir ama Kos'taki hastaneye giremezler," diyor. Bodrum Kaymakamı ısrarla, "Doktorlar önce vize için başvursunlar. Ambulansa ise triptik belge alınsın. Yoksa Kos'a gidemezler," diyor. Bürokrasi savaşı, iki ülke arasında savaşa dönerken ne oluyor biliyor musunuz? Havanın sıcaklığından buzlar eriyor. Kopan parmaklar, sular içinde çürümeye başlıyor. Bürokratik engeller yüzünden genç Türk iş adamı, bugün parmaksız. Şimdi şunu söylesem, "Ne kadar ayıp," dersiniz. Diyorum işte... "Bir Yunanın Kos'ta plajda oynarken k..ına çöp batsa, anında Bodrum'daki hastanede tedavi ediliyor. Bir Türk, Kos'ta hastalansa bürokrasinin cevabı hazır: "Ölmek serbest!" Bunun adı 'insanlık ayıbı'dır beyler...
O ADALAR BİZİM Mİ?
Efendim! Dünyanın yedinci harikasının taşları üzerinde, güneşin batışını izlerken önümden son Kos vapuruna koşan Yunan komşularımızı izlerken, bir anda tarihle yüzleştim; İsmet Paşa'yı siyasi rakipleri eleştirir. Derler ki; "Paşam neden adaları Yunan'a bıraktın? Hepsi burnumuzun dibinde?" Paşa gülümser; "O adaların hepsi bizim. Çünkü hepsi top atışı alanımızda. İstediğimiz zaman alırız." Öyle mi oluyor, dersiniz paşam? O yerler, bizim değil paşam! Ama bizim yerler, onların paşam!
Yayın tarihi: 10 Haziran 2007, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/06/10/pz/kanat.html
Tüm hakları saklıdır.