"Mahkemeler gerek rüşvetle, gerekse siyasal müdahalelerle yozlaşırsa, bunun bedelini vatandaş öder. Çürümüş bir adalet sistemi masumun sesini duymaz, suçluyu ise korkusuz ve pervasız yapar." Uluslararası Şeffaflık Örgütü Başkanı Huguette Labelle hukuk ve yargıda yolsuzluk raporunu açıkladığı basın toplantısına bu cümlelerle başladı.
Saygın hukukçuların katkılarıyla hazırlanan raporda, Türkiye dahil 62 ülkede adaletin ne ölçüde kirlendiği inceleniyor. Çeşitli kamuoyu araştırmalarına dayanılarak Türkiye'de adalete güvenin ciddi biçimde azaldığı, yargının özellikle son 20 yılda kirlenmeye açık duruma geldiği vurgulanan raporda bu tabloya üç neden sayılıyor:
Siyasetin yargıya müdahalesi, yargıçların dokunulmazlık zırhı ve nihayet bilirkişi kurumunun yolsuzluğa ortam hazırlaması. İlk nedene gösterilen gerekçe malum; Hakim ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun (HSYK) yapısı. Yani Adalet Bakanı ve müsteşarın da kurul üyesi olmaları. Herkesin bildiği ve kabul ettiği gerçeği Uluslararası Şeffaflık da altını çizerek hatırlatıyor:
"Bu yapıdaki bir kurulun yaptığı hakim ve savcı atamalarında siyasal etkilerin olmadığı söylenemez!" Daha geçenlerde Yargıtay'a 23, Danıştay'a da 6 üye seçiminde yaşanan skandal bile bu sert değerlendirmeyi haklı çıkarmaya yeterli. (O skandalın mimarı olan Adalet Bakanlığı Müsteşarı şimdi "Bağımsız" ve "Tarafsız" Adalet Bakanı oldu; iyi mi!)
HSYK için yeni model
Raporda çözüm olarak kurulun yapısının değiştirilmesi, bakan ve müsteşar çıkarılması öneriliyor. Yeterli mi? Bizce değil.
HSYK kararlarında şeffaflık sağlanmadıkça ve yargı yolu açılmadıkça, bu organla ilgili eleştirileri ortadan kaldırmak mümkün değil. Hatta, seçim sistemi bile değişmeli. Bilindiği gibi, halen HSYK üyeleri Yargıtay ve Sayıştay'ın gösterdiği adaylar arasından Cumhurbaşkanı tarafından seçiliyor. Siyasetten gelen -ki doğrusu o- bir cumhurbaşkanının yapacağı atamalarda siyasal etki ve kaygıların olmayacağını kim taahhüt edebilir?
Uluslararası Şeffaflık, Türkiye'de yargının yolsuzluğa elverişli ya da açık durumda bulunmasına ikinci neden olarak, yargıç dokunulmazlığının kötüye kullanılmasını gösteriyor. Siyasi iktidarın da milletvekili dokunulmazlığının daraltılmasına karşı çıkmasının gerekçesi yaptığı bu iddiaya
yargıçların itirazı var: Yargıç dokunulmazlığının "Hakim teminatı" ile karıştırıldığını söylüyorlar. Ve bu teminatın ortadan kalmasının veya kaldırılmasının hukuk devletinin temellerini dinamitlemek anlamına geleceğini savunuyorlar.
Cam adliye sarayları Çözüm? Uluslararası Şeffaflık'ın da belirttiği gibi,
yargının bağımsız ama aynı zamanda açık, şeffaf, yeterli maddi kaynağa sahip ve hesap sorulabilir olması. Bu, mahkeme kararlarının gerekçeleriyle birlikte kamunun denetimine açılması, yani bilgisayar ortamına verilmesi demek...
Bu, medyanın duruşmaları "Yargıyı etkileme" suçlamasına hedef olmadan ayrıntılı biçimde kamuoyuna aktarabilmesi demek...
Bu, duvarları camdan mahkeme salonları ve adalet sarayları yapılması demek...
Bu, yargı mensuplarına kutsal mesleklerinin onuruna yaraşır bir yaşam sürmelerine imkan verecek bir gelir sağlamak demek...
Milli gelirin sadece binde 45'inin ayrılabildiği, bütçeden yüzde 1,41 pay alabilen bir adalet teşkilatıyla bunlar mümkün olabilir mi?
Uluslararası Şeffaflık'ın yargıdaki kirlenmenin üçüncü faktörü gösterdiği "Bilirkişi" kurumuna hiç girmiyoruz. Çünkü Adalet eski Bakanı Cemil Çiçek denebilecek herşeyi, her fırsatta söyledi: "Bilirkişilik sektör haline geldi. Bilirkişilik yolsuzluğun en önemli ayaklarından biri..."
Yargının kirlenmesi veya yozlaşması, "Tuzun kokması" demek. Bir ülkenin tuz kokarsa ne hale gelebileceğini gösteren somut bir örnek var: Rusya. Halkın yüzde 78'i rüşvetsiz karar alınmadığına inandığı için mahkemelere hiç başvurmuyor!
Yayın tarihi: 26 Mayıs 2007, Cumartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/05/26//haber,819621D1F3C5460B89222B210CD88271.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2007, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.