kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 18 Mayıs 2007, Cuma
Son Dakika
ARAYIN
atv
Kanal 1
ABC
EMRE AKÖZ

Korkmaya başladım

Almanya'nın eski Dışişleri Bakanı Joschka Fischer, Türkiye hakkında önemli saptamalar yapıyor. Bakalım neler demiş:
- " Irak Savaşı kaybedildi. Yeni ABD Başkanı'nın asıl görevi, Irak'tan çekilmek olacaktır."
- "Irak'taki bölünme, İran'ın işine geliyor."
- "Türkiye önümüzdeki dönemde Ortadoğu'da çok önemli bir 'oyuncu' haline gelecek.
- " Avrupa Birliği liderleri Türkiye'yi kucaklamalı ve en kısa sürede Birliğe almalıdır."
- "Türkiye'yi almamak siyasi miyopluktur."
- "Avrupa'nın ittiği bir Türkiye'nin Rusya'ya doğru kaymakta olduğunu görmek gerekir."
Rusya'ya doğru kaymak mı?
Hadi geçmişi hatırlayalım:
2002'nin Mart ayı. Harp Akademileri Komutanlığı'nda bir sempozyum var. Başlık: " Türkiye'nin Etrafında Barış Kuşağı Nasıl Oluşturulur? " Bazı konuşmacılar " Avrupa Birliği, Türkiye'yi almayacak " diyor.
Bunun üzerine Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Orgeneral Tuncer Kılınç, " Bence de almayacaklar " dedikten sonra ekliyor:
"Türkiye'nin yeni birtakım arayışlar içinde olması kesinkes ihtiyaç. Bunun da en doğru yöntemi, zannediyorum, Rusya Federasyonu ile birlikte, ABD'yi göz ardı etmeksizin, mümkünse İran'ı da içerecek şekilde arayış içinde olunması."
Org. Kılınç bu fikirlerin 'kişisel görüşleri' olduğunu özellikle belirtiyor. Dönemin Başbakanı Ecevit de, " Generalin kişisel fikridir " yorumunu yapıyor. Mesut Yılmaz ise " Bu bir vizyon değil kâbustur " diyor.
Ancak bir süre tartışıldıktan sonra konu medyada unutulup gitti. Çünkü Kasım 2002'de iktidara gelen AKP hükümeti var gücüyle AB sürecine asıldı. Gündem değişti.
Sizi bilmem ama 5 yıl önce o haberi okuduğumda benim kulağıma kar suyu kaçmıştı.
Çünkü bir ' kişisel fikir', bu kadar üst düzeyde dillendirilirse, bunun anlamı, zirvede hararetli bir tartışma/kapışma olduğudur.
Belli ki devletin tepelerinde, " Bize AB'den hayır yok, ABD ile de sorunlar var. Gelin Rusya-İran-Çin eksenine yakınlaşalım " sözleri dolaşmaya başlamıştı.

Gelelim günümüze...
Cumhurbaşkanlığı süreci başlamadan önce Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt, ABD'ye gitmişti.
Döndükten sonra "Köşk'e çıkacak kişi cumhuriyetin değerlerine 'sözde değil, özde bağlı' olmalıdır" dedikten sonra eklemişti: "Tabii cumhurbaşkanının kim olacağına Meclis karar verir."
Büyükanıt'ın konuşması 'şahin' yorumcularca ' yumuşak' bulunmuştu: Ne demek, "son karar Meclis'in?" O yazarların sadece 'kişisel görüşlerini' dile getirmediğini biliyoruz.
27 Nisan muhtırasının AKP'den başka Büyükanıt'ı da yıpratmaya çalıştığını sanıyorum.
Acaba " Almanya'da ve Fransa'da, Türkiye karşıtlığı güçlenmişken, AB sürecine bir darbe de biz buradan vuralım " mı dendi?
Yoksa Köşk seçimini bahane ederek Türkiye'nin yüzünü Batı'dan başka yönlere döndürmek isteyenler mi vardı?
Bir soru daha: Kuzey Irak'taki PKK güçlerine karşı, 1990'lardaki gibi bir " gir, vur, çık " operasyonu, ABD'nin de onayıyla yapılabilir elbette.
Peki ya iş büyür de... " Girdim ama çıkamıyorum " ya da " Hazır girmişken, çıkmasam " durumu hasıl olursa? Eğer Kuzey Irak'ta tutunmak zorunlu hale gelirse; bunun siyasetteki karşılığı otoriter-militer bir rejim olur.
O atmosferin siyasi partileri de, tabii eğer seçim yapılabilirse, MHP, GP ve BBP'den başka, artık iyice belirginleştiği gibi, CHP'dir.
8 Mayıs'ta ' Tüyler ürperten olasılık'tan laf olsun diye mi söz ettiğimi sanıyorsunuz?
Not 1: Tabii olay basit bir " AB itince, ben de Doğu'ya döndüm " meselesi değil. Dünyanın geleceğini şekillendirmekte olan enerji kaynaklarıyla (petrol ve doğalgaz) ilgili.
Not 2: Mitinglerde insanların eline "Ne ABD, Ne AB" yazılı pankartların tutuşturulması tesadüf olmasa gerek.