Son zamanlarda tek eğlencem, Tuğba Özay... O nerede, ben orada... Cismen takip edemiyorum belki, ama bulunduğu faaliyetler ekrana yansıdığında, hiç kaçırmamaya çalışıyorum. Tuğba'ya olan bu düşkünlüğüm,
Ünlüler Sirki'ndeki performanslarıyla başladı tabii. Neydi o unutulmaz ipte yürüme gösterisi öyle... "Yürüyememe," daha doğrusu: İpte yürüyememe, fakat inat edip "İp mi yaman, bey kızı mı?" diretmesiyle, ortaya son yılların en matrak işini çıkarma... "Ben çok delikanlı kızım, her türlü zorlu aktivite benim ilgi ve beceri alanım," iddiasındaki Tuğba'nın son talihsizliği ise yamaç paraşütü gösterisindeydi. Normalde koşup koşup yüksek bir yerden hava akımına kendini bırakıp, kuş gibi süzülme şeklinde gerçekleşen bu spor olayı, işin içinde Tuğba olunca, "Koşup koşup, havalanamama, toz toprak içinde yuvarlanma," şeklinde gerçekleşti. Yeni Safiye Soyman... Fakat şu yamaç paraşütü mevzusunda, benim de nahoş bir anım vardır doğrusu.
UTANMADAN ANLATACAĞIM
Yıllaaar önceydi gerçi, ama yine de içimden geldi (utanmadan) anlatacağım. Sene bilmemkaç... Tutamam ben öyle ayrıntıları hafızamda. Gözü kararttım, Babadağ'dan tandem atlayışı yapacağım. Bu konuda herhangi bir eğitimim yok. Bu yüzden doğal olarak bir pilot yardımıyla atlayışı gerçekleştireceğim. Bak bunu unutmamışım; pilotumun adı Uğur... Neyse... Atlayışın ilk beş dakikası harikaydı. Ben bir yandan kuş gibi uçuyor olmanın tadını çıkarmaya, bir yandan manzarayı fotoğraflamaya çalışırken, tıpkı deniz tutması gibi bir şey oldu. Midem aniden bulanmaya başladı. - "Uğur, bana bir şey olmaya başladı!" - "Ne oldu ki iyiydik ya?" - "Midem bulanıyor galiba..." - "Eyvaah! Bu kadar çabuk mu? Dur, şimdi denizin üzerine gideceğiz ve hava iyice sakinleşecek, rahatlarsın." - "Uğur... Ben iyice kötü oldum ve sıcaktan patlamak üzereyim. Öff, şu tulumu keşke giymeseydim fenalık geldi içime." - "Aç önünü de biraz ferahla..." - "Uğur, şeyyy... Fermuarın sapı... Elimde kaldı da... Açılmıyor, takıldı."
YENİ MACERALARINI BEKLİYORUM
Pilotum, bir yandan paraşütü idare etmeye çalışırken, bir yandan da benim takılı kalan fermuarımla uğraşıyor. Neyse sonunda açtık. - "Nasıl? İyi misin biraz?" - "Değilim. Galiba bu kask da içimi sıktı benim. Ben kapalı yerlerde de kalamam zaten." - "Tamam, hadi kaskı da çıkaralım, inişe geçerken takarsın." - "Uğur... Gözlük? O mu daralttı beni acaba? Biraz büyük ya.." - "Tamam, gözlüğü de çıkar, yalnız gözlerin alerji olabilir, karışmam." Elimi arkaya atıp, şöyle bir yokluyorum: - "Uğur, neredesin?" (Uğur'un sesi artık bıkkınlık ötesine geçmiş, kızgınlığa doğru ilerliyor.) - "Buradayım, bir yere gitme şansım yok zaten, inan. Arkanda oturuyorum işte!" - "Yok, hayır, onu sormadım, yani bana yakın dur da kafamı sana yasliim. Ay ben çok fena oldum yaaa! Hadi inelim artık." - "Dur daha 10 dakika oldu. Aşağıya bakma, karşıya bak, tadını çıkar yahu şu uçuşun!" - "Ama ya midem daha da bulanır ve ben dayanamazsam?" - "Peki peki tamam, iniyoruz!!!" Uğur'dan aşağıya bir telsiz anonsu: - "Yolcum rahatsızlandı ben inişe geçiyorum." (Ah, o sırada utançtan gök yarılsa da yedi kat yukarı çıksaydım!)
İnişimiz de kalkışımız gibi gayet sorunsuz oldu, ama arada bir fark vardı. Kalkarken heyecandan pembiş pembiş parlayan yüzüm, indiğimde, öleli birkaç gün olmuş kertenkele yeşiline dönüşmüştü. En azından 10 dakika da olsa uçmuşum, ama işte değil mi? Onca tulumu giyip, teçhizatı yüklenip, üzerine bir de havalı havalı kameraları toparlayıp sadece toz toprak içinde yuvarlanmak da vardı. Şimdi ben, Tuğba'nın yeni maceralarını bekliyorum, heyecanla... Bugünlerde hafif depresifim, gülmeye çok ihtiyacım var da!
Yayın tarihi: 13 Mayıs 2007, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/05/13/pz/haber,6A524BB7D4A94853A4C49EEC242858CE.html
Tüm hakları saklıdır.