Anayasamız, Türkiye Cumhuriyeti'ni çoğunluk dinine göre
"Sünni Müslüman" bir ülke olarak değil,
"laik" bir demokrasi olarak tanımlıyor.
Ancak toplum da devlet mekanizması da çoğunluk dini dışındaki renklere karşı toleranssız.
"Yok hayır, biz Osmanlı'nın mirasçısıyız. Çok toleranslıyız" diyeceksiniz. Oysa günümüz Türkiye'sinde azınlıklar ve farklı dinlere bakışın Osmanlı'daki çoğulculukla uzaktan yakından alakası yok.
Neler mi oluyor Türkiye'de? Son bir yıl içinde 11 kişilik cemaati olan tarihi bir kilisenin papazı, yeni yetme bir genç tarafından öldürülüyor. Kiliseler ve mini minnacık Hıristiyan cemaatlerinin toplandığı yerlere düzenli aralıklarla molotof kokteylleri atılıyor. Yalnız ve yalnız "uluslararası alanda sıkıştık" diye restore edilip açılan tarihi bir kiliseye (evet
"kilise"!)
"tabandan tepki gelir" diye haç takılmıyor. 500 yıldır bu topraklarda yaşayan 20 bin kişilik Yahudi cemaatinin en önemli sinagoglarından biri bombalanıyor, kimse
"Acaba bizde dini tolerans var mı" diye sormuyor. 2 bin 500'den fazla cemaati olmayan Rum Ortodoks Kilisesi'nin ruhani lideri, kullandığı sıfat, açmak istediği okul, gittiği konferans gibi konularda
sürekli taciz altında yaşıyor.
Zar zor, ısrar kıyamet Aleviliğe ders kitaplarında yer verilmesi kararlaştırılıyor; ancak Hilafet'in kaldırılması nedeniyle ülkede resmi olarak kabul gören tek dini kurum olan Diyanet, milyonlarca kişinin mensubu olduğu Aleviliğin kurum ve temsilcilerini resmi olarak bünyesinde barındırmıyor.
Cem evlerinin yapımından Alevi milletvekili adayları gösterilmesine kadar
bu dinin her alt unsuru resmi ideolojinin duvarına tosluyor. Toplumda ciddi oranda yaygın olmalarına karşın İslami tarikatlar hala resmi olarak kabul edilmiyor; bu yüzden de yeraltına inip hücre misali çalışmak zorunda kalıyorlar. Vakıflar Genel Müdürlüğü denen bir kurum, geçmişte olduğu gibi gayrimüslimlerin hayatını zorlaştırmaya, eski bir kiliseye çakılan çividen sinagogların hayır faaliyetlerine kadar her şeyi sorgulamaya devam ediyor; ancak toplumda gayrimüslimlere yönelik sempati olmadığı için kimse tepki vermiyor.
Binlerce yıldır bu topraklarda, Anadolu'da yaşayan topu topu 80 bin kişilik Ermeni cemaati, adeta
"cezalı" olarak yaşıyor; önde gelen yazarlarından biri
"derin toplum" tarafından öldürülüyor. Adana'da 5 kişi Protestan bir rahibi dövüyor, Hıristiyanlıktan çıkmazsa öldürmekle tehdit ediyor (Kimse tutuklanmıyor). Trabzon'daki rahip cinayetinden sonra Samsun'da Katolik bir papaz
"Hıristiyanlık propagandası" yaptığı için bıçaklanıyor.
"Misyonerlik" diye bir yalan uyduruluyor ve zenofobi ve Batı-karşıtlığının prim yaptığı siyaset dünyasında herkes
"Eyvah misyoner faaliyetler arttı!" diye haykırarak olmayan bir öcü konusunda toplumdaki Hıristiyan karşıtı nefreti körüklemeye devam ediyor. (Resmi rakamlara göre 70 milyonluk Türkiye'de 2006'da 157 kişi din değiştirdi; bunlardan yalnızca 63'ü Müslümanlıktan başka bir dine geçti.)
Tüm bunların yaşandığı ülkede, tabii ki gün gelince birileri her yerden pompalanan
"İşte içimizdeki düşmanlar" masalına inanarak 3 kişiyi katlediyor.
Türkiye'de misyonerler var; ancak ciddi anlamda Hıristiyanlaşma ya da misyonerlik faaliyeti yok. Ancak ne yazık ki sistematik istihbarat yerine kulaktan dolma bilgilerle hazırlanan raporlar, Rahşan Ecevit gibi siyasetçilerin yaygaraları ve bir türlü varlığı kabul edilmeyen Batı karşıtlığı nedeniyle, bir misyonerlik paranoyasıdır gidiyor.
Dün Malatya'daki dehşeti düşünürken, en son
"misyonerler geldi" lafını ne zaman işittiğimi hatırlamaya çalıştım ve buldum. Cumartesi günü Tandoğan Meydanı'ndaki "Cumhuriyet" mitinginde konuşmacı
"Misyonerler cirit atıyor" diye haykırmaktaydı. Şimdi sevinmiş midir acaba?
Yayın tarihi: 19 Nisan 2007, Perşembe
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/04/19//aydintasbas.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2007, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.