O kıvırcık saçlı çocuktan imparatorluğa
Derler -ki; her başarısız erkeğin arkasında iki kadın vardır. Ama onun hikâyesinde böyle bir söz yok. Şu var; Fatih Terim'in arkasında bir kadın vardır! Eh yani! Fatih Terim'in o inanılmaz başarısını ıskalayacak değilim ya... Çünkü Terim'in hayat hikâyesi bir roman gibidir. Kıvırcık saçları ile Adana karmasında oynarken tanıdığım bir çocuğun, hem centilmenliğe hem de başarıya uzanan hayat hikâyesidir. Bilmezsiniz, anlatayım... Adana'nın o yoksul sokaklarında top oynadığı dönemlerde herkes ona "Goççum Terim..." derdi. (Adana'da racon gereği çok genç ama ağır ağabeylere "Goççum," derler!.) İstanbul'a gelip Galatasaray'da ve Milli Takım'da libero oynadığı dönemlerde ise 'Samantha Fatih' derlerdi. (Hani şu Tatlı Cadı dizisinde burnunu hareket ettirince her şeyi değiştiren, o sevimli cadı... Terim de kaleye giden topu, üstelik herkesin gözünü kapattığı anda rövaşata ile çizgiden önlerdi.) Futbol oynadığı 14 yıl boyunca Galatasaray bir kez bile şampiyon olamadı. "Uğursuz Terim!" dediler. İşte o Terim, Galatasaray'da yapılanmayanları yapan, başarılamayanları başaran teknik adam oldu. Galatasaray dört yıl üst üste şampiyon oldu. UEFA şampiyonu bile oldu. Ulusal takımımız, tarihinde ilk kez Avrupa Şampiyonası'na gittiği zaman, halkımız tüm zamanların unvanını Terim'in omuzlarına taktı: İmparator! Hikâyemizin kahramanı Terim'in bir başka yüzü daha vardır. Futbol oynadığı dönemde öyle çamurdur ki kızdığı meslektaşını bile saha ortasında döver. (Şampiyonluk gitti, diye dev gibi boyu olan Demirspor'lu Erol Toğay'ı bir vuruşta yere sermiş ve bayıltmıştı.) Hakem bile tanımaz. (Bir gün bir hakemin suratına okkalı bir tükürük yerleştirmişti.) Her gittiği yerin kralı olur! (Galatasaray'daki ilk günlerinde takım arkadaşı Çilli Mehmet (Özgül) ile gittiği o lüks barlardan birini "Burada niye rakı yok? Delikanlı adam rakı içer," diye dağıtmıştı. (Bir gün de Şişli'deki bir barda Galatasaray'lı bir emniyet müdürünün ağzını burnunu kırmıştı.) Efendim!... O günler bitti. Mazide hoş veya ders alınacak birer anı gibi kaldı. Artık o ne boynuna kocaman altın kolye asıyor, ne de ceketi omzuna atıp, ayakkabısının topuğuna basıp elde tespih, kafasını bozan birine postasını koyuyor. Bu bir değişimdir. Hem de kadın eliyle yapılmış bir değişimdir. Yıllar önce bu satırları yazdığım zaman sözümü şöyle bitirmiştim: Yapmıyor, çünkü eşi Fulya Hanım izin vermiyor! Bütün bu yazdıklarımızda geçmişe ait ne varsa bir 'anılar sepeti'nin içine koyalım. O sepet bir köşede beklesin... Adana'nın o sıkı ve mahallenin ağır ağabeyi, bugün Floransa'da en kaliteli yerde modern giyindiyse, bu İsviçre'de eğitim alan ve birkaç dili mükemmel konuşan Fulya Hanım'ın becerisiyle olmuştur. Avrupa eğitimli, ama Anadolu kadını gibi erkeğini sahiplenen Fulya Hanım'a her zaman büyük hayranlık ve saygı duymuşumdur. (Çok küçük yaşta herkesin çok sevdiği babasını yitirmenin getirdiği acı da bir başka hikâyedir ya...) Bakın şunu da bir kenara not edin. O Adana sokaklarında büyüyen ve okumayan Terim, doğduğu kente lise yaptırmıştır. Bu bir geçmişle hesaplaşmadır. Ayrıca kızlarını okutmuştur. Hem de Amerika'nın en zor üniversitelerinde. Bir özel not daha... Terim'in o dünya güzeli kızlarını Laila'da, Reina'da ya da gazetelerin skandal sayfalarında hiç gördünüz mü? Galiba güzel olan da şu; Terim, zaferden sonra ne yapacağını soran gazeteciye dediği gibi, o mutluluğu sıcak yuvasında eşi ve kızları ile buluyorsa, söylenecek ne söz var ki... Üstelik o sıcak sevgiyi; anasına, babasına ve kardeşlerine gösterip onları hep sıcak kanatlarının altına alarak! Çok önemli bir şey daha var. O geçmişin, yoksulluk ve parasızlıktan okula gidemediği günleri... Üç tekerlekli arabada bici bici sattığı günleri... Hepsinin ötesinde geldiği o yeri ve insanları unutmadan imparator olarak yaşamak az bir şey değildir.
|