Her seher bir gül açar...
Hayatın renkleri içinde hiç kendinizle hesaplaştınız mı? Yani, hayatı başkaları için değil kendiniz için yaşadınız mı? Hadi bir başka şey söyleyelim: Yaptıklarınız için değil, yapmadıklarınız için pişman oldunuz mu? Ya da şöyle diyelim: ''Ben varsam dünya var,'' dediniz mi? Hadi işi biraz fanteziye dökelim. Diyelim ki "Bu sözleri erkekler söyler, asla kadınlar değil dediniz mi?'' "Nereden çıktı bu sözler?'' derseniz, "Komik bir yazıdan,'' derim. Şu gamzeli gazeteci İclal'ın, gamzeli kocası Tuna'nın bir lafına uyup kendimi İstanbul sokaklarına vurduğum an, bu sözler geldi aklıma... O kalabalık, insanların birbirini itercesine yürüdüğü İstanbul sokaklarını gezerken aklıma geldi. O yüzlerde bir tek gülümseme yok. Nefret ve öfke var. Omuz vurup geçerken ağızdan çıkan bir tane bile "Affedersin," yok. Yani herkes kendi dünyasını kurmuş. Gördüm ki o insanların dünyasında mutluluk yok. Canım öyle sıkıldı ki... Kendimi bir anda Mısır Çarşısı'nda köpeklerin, kedilerin, kuşların ve çiçeklerin satıldığı yerde buldum. Rengarenk çiçekler... Seslerinden coşkuya kapıldığınız kuşlar, miyavlayan kediler... Hele o güzelim köpekler. Bir anda şunu hissettim: Her şey sana bakıyor. Çiçekler bile "Beni suya koymayı unutma," der gibi...
KÖPEĞE BİR İSİM LÜTFEN Kuşlar ise o daracık yerde ya uyuyorlar ya da kafes içinde çırpınıyorlar. O an aklıma şu geldi; "Bülbülü altın kafese koymuşlar, yine de vatanım demiş." Bülbülün vatanı, özgürce uçmak ve şarkı söylemek. Bülbülün şarkı söylemesi dedim ya... Eğirdir Dağ Komando Okulu'nda yedek subay okulundayım. Cehennem haftası denilen ve bir hafta süren tatbikat var. Bütün gün savaş oyunları yapıyoruz. Akşam olunca ormanda bir çam ağacının dibine kazdığımız sipere kendimizi öylesine atıyoruz ki konuşacak dermanımız bile yok. Ama her sabah güneş doğarken, o çam ağacının tepesine iki bülbül geliyor. Güneşin doğuşu ile birlikte iki bülbül şarkıya başlıyorlar. O an o yorgun bedenlerimiz sanki hayata dönüyor. Bülbül uçup giderken ben de Yahya Kemal'in Rindlerin Ölümü şirini mırıldanıyorum... Hafızın kabri olan bahçede bir gül varmış. Yeniden açarmış kanayan rengiyle... Gece bülbül ağaran vakte kadar ağlarmış. Eski şirazı hayal ettirene ahengiyle... Ve serin selviler altında kalan kabrinde... Her seher bir gül açar, her gece bir bülbül öter! Ah o kuşlar! Çocukken bir keklik satın aldım. O kekliği satan yaşlı köylü, "Bak evlat," dedi, "bu kekliği dağda yakaladım. Kafese koyarsan üzüntüden ölür." Ben şunu yaptım: Tahtadan bir kafes aldım, içine de su ve yiyecek koydum. Ama o kınalı keklik tam bir hafta yemek yemedi, su içmedi. "Hadi uç güzel kekliğim," dedim. Ama o uçamadı ve kendi ellerimde öldüğünü gördüm. Henüz ona bir isim bile verememişitim. Adı sonra 'kınalı' kaldı ya... Mısır Çarşısı'nı gezerken kuşlar, kediler ve köpeklerle konuştum. Giderken arakama dönüp baktığımda hepsinin arkamdan bir şeyler söylediğimi hissettim. Hele uzun kulaklı, kahverengi lekeli bir köpek vardı ki... Onun bakışı asla unutamam. O yüzden de bu pazar gidip onu alacağım. Tek sorunum şu; köpeğe isim bulma konusunda zorlanıyorum. Çünkü o köpeğe hayatta en sevdiğim şeyin ismini vermek istiyorum, ama durum ciddi. Mesela karım Sevinç'in ismini versem, "Beni köpekten daha çok seviyorsun," diye kıskanır. Oğlum Mesut'u versem annesi kızar. Çarşı ismini versem Beşiktaş'ın cesur kalbi bozulur. Galiba en iyisi 'Brütüs' ismini vermek. Beni bir gün ısırırsa söyleyecek bir lafım olsun. Şimdilik onun ismi 'it'... Sevgili itimin, evimde resmi statü kazanması için güzel bir isme ihtiyacım var. Önerilerinizi bekliyorum.
|