İnsan turşuları...
İlkokula başlayınca, birinci sınıfta hemen "Varlığınızı Türk varlığına emanet" eder, Türk'ün önce öğünmesi sonra çalışması sonra da güvenmesi gerektiğini öğrenirsiniz. Kime, nasıl, niçin güveneceğimiz belli değildir. Güvendiklerimizin bize neler yaptığı, yapacağı da ömür boyu karşı karşıya kalacağımız ayrı bir konu... Güvendiğimiz dağlara yağan karlarda hep başkaları kayak yapar, bize de soğukta kıkırdaması kalır. Okullar, düzene uygun kafalar yetiştirmek için kurulmuş torna tezgâhlarıdır. Daha ilk gün evin sıcaklığından, oyuncaklarımızdan çekilip alınınca gerçekle yüz yüze geliriz. Kesilip, biçilip, yontulup, toplum inşaatında kullanılacak, bir örnek keresteler haline getirileceğimiz atölyenin kapısından içeri girdiğimizi anlarız. Üstümüze giydirilen üniformada, artık farklı olamayacağımızı, kendi renklerimizi bir kenara bırakıp, bize sunulan tek rengin kölesi olmamız gerektiğini anımsatmak içindir. Kısacası renksiz, kokusuz, farklı özellikler göstermeyen 'ötekilerden biri' olmamız istenmektedir. Amaç Sahibinin Sesi plaklarına yeni bir solist daha hazırlamaktır. Hocalar yüksekte oturur, hep yüksektedirler, yukarıda kürsüde. Bizi idare ederler; baş eğilmesi gereken, soru sorulamayacak otoriteyi temsil ederler. Kürsüdekiler, ömür boyu parmaklarını sallayarak konuşup yaşamımızı bizim adımıza düzenleyecek, uymamız gereken kuralları saptayacak, her şeyi bizden daha iyi bileceklerdir. Kim kürsüdeyse mühür ondadır; boyun eğmemiz gereken otorite odur. İsterse bizi karşısına alıp hesap sorabilir, bütün sınıfın önünde dövebilir, sorguya çekip not verebilir. Ömür boyu bize not verileceği gerçeğiyle ilk karşılaşmadır, sözlüler... Isınma turlarından sonra hocalar bize not verirken biz de hal ve gidişlerine göre onlara lakaplar takar, etiketler, özetleriz onları... Sıfırcı Osman Hoca... Peruk Kamil... Asit sülfürik Necati... Sonra da birbirimize ömür boyu üstümüze yapışıp kalacak lakaplar takarız. En belirgin, en göze batar, en öndeki özelliklerimize göre birer lakap sahibi olup, kavanozlanır, yaşam raflarında tozlanmaya bırakılırız. Fırlama Abidin... Dört göz Necati... Yavşak Kamil... Pezo Avşar... Evet efendim kavanozlanırız. Çünkü bizden istenen kavanoz çocuğu olmamızdır. Daha doğmadan, ana karnındayken ölmüş, ortalığı karıştıramayan, hiçbir yaşam belirtisi göstermeyen insan turşuları olarak durduğumuz yerde durmamız istenir. Bir insan turşusunun yaşamı sözlülerle doludur. İnsan dediğin yaşadığı sürece okula, işe, eşe, ülkeye, dünya görüşüne sözlenir ve hep sözlüye çekilir. Amaç hocaların gözüne girerek sınıfları süratle geçmek ve son sınıfa varmaktır. Son sınıfı da başarıyla geçtiniz mi, siz de elinize birer kara kaplı alıp başkalarını imtihan etme hakkını ele geçirebilirsiniz. Bütün sınıfları geçtiniz mi? Sözlülerden, yazılılardan paçayı kurtardınız mı? Sizi de kavanozlayıp, yaşam raflarına tozlanmaya bıraktılar mı? Kafanız düzene uyduruldu mu? Ayarınız yapıldı mı? Her şey tamamsa kırın kavanozu, yeniden, özgür bir biçimde baştan kurgulayın kendinizi... Asıl eğitim şimdi başlıyor. Hal ve gidişiniz nasıl?Kaç verirsiniz kendinize?
|