Tak Tak... Takıntı...
Bir rolle oyuncu arasında provaların ilk gününde başlayan garip bir ilişki vardır. Oynadığınız karakteri siz yaratmışsınızdır, ona can verip çocuğunuz gibi büyütmüşsünüzdür... Oyuncunun enstrümanı bedenidir; bedenini bir keman, bir piyano, bir çello, bir saz gibi kullanarak bin bir duyguyu, düşünceyi izleyiciye aktarır. Her akşam yeniden, gözün göremeyeceği, kulağın fark edemeyeceği bir değişiklikle yeniden aynı karakteri canlandırır, yorumlar; bedenimizle, sesimizle ona hayat verir, seyircilerle birlikte eğlenir ve düşünürüz. Rolün hem içindeyizdir, hem dışında; hem oynarız, hem de oynadığımız insana ve kendimize bakarız. Oynarken seyircinin nabzını tutarız, kendi nabzımızla seyircinin nabzı arasında bazen bir uyum, bazen de bir uyumsuzluk olsun diye çabalar dururuz. Keyifli, ama aynı zamanda da büyük sorumluluk gerektiren bu işi yaparken ortaya çıkardığımız karakterler başka oyuncuların bedeninde, başka ödünç yaşamlar bulup izleyicilerle ilişki kurmaya devam ederler. Oyun bitip de rafa kalktı mı dünyanın herhangi bir köşesinde, herhangi bir dilde yeniden yaşam bulmak için, yeni yorumlarda çiçek açmak için sayfaların arasında oturup beklerler. Sonra bir gün biri oyunu raftan çeker ve oyun yeniden filize durur. Geçen yıl tiyatronun perdesinin, koltuklarının, kostümlerin, anılarının, kulise asılı kalmış tiradların satıldığı bir açık artırmanın öyküsünü yazıp paylaşmak istedim seyircilerle... Bir yıl sürdü oyunu hazırlamam... 'Ben Eskiden Küçüktüm' çıktı ortaya... Oyuncuların, palyaçoların, kuklaların, canlı müziğin ve dansın içiçe geçtiği esaslı bir güldürü çıktı ortaya... 'Ben Eskiden Küçüktüm' çok sükse yaptı, hala da kalabalık salonlara sergiliyoruz oyunu. 'Ben Eskiden Küçüktüm', yaşama tutunmanın, insandan insana sevgi köprüleri kurmanın yollarını sorguluyor. Kahkahalar atarak düş gücünün kapılarını aralayan, oyuncunun ve seyircinin tiyatro mucizesine dönüşen muhteşem valsi... Yazın ortasında kar yağan, oturma odasından gemilerin geçtiği, gökyüzünde eski tiyatro ustalarının dans ettiği hayaller ülkesine bir yolculuk... Birkaç kere daha oynanacak, sonra repertuardan kalkacak. Ocak 28'e kadar. Bir oyun 23 Ocak'ta var, bir de 28 Ocak... Eh bir oyun kalkar da ardından yenisi gelmez mi?.. Provadayız, harıl harıl çalışılıyor. Yeni karakterlere can vermek için... Yılbaşında Paris'e gittim. 10 gün tatilim vardı. 10 günde 14 oyun izledim. İçlerinden bir tanesine vuruldum. Benim uğurlu tiyatrom, Palais Royal'de oynuyordu. Oyun Paris'i yıkıyor. İki saat güldürüyor, eh istersen düşünüyorsun da. Adı Toc-Toc. Tiyatro neden mi, uğurlu tiyatrom? Bizim tiyatronun en çok tutan oyunlarından ikisini o tiyatroda izleyip, satın almıştım haklarını. Biri 'Çılgınlar Kulübü' öteki 'Oğlum Çiçek Açtı'. "Hadi üçte hayır vardır!" deyip, satın aldım oyunun haklarını. 14 Şubat Sevgililer Günü'nde oynamaya başlıyoruz İş- Sanat'ta. 'Tak Tak... Takıntı...' oldu oyunun adı. "Ne bu 'Tak Tak... Takıntı...'?" derseniz... Büyük doktorlar, çatlağın, delinin, üşütmüşün, takıntılının altında yatan insanı görmenin, keşfetmenin, düzeltmenin yollarını arıyor. Ya bunların hepsi zincirlerinden boşanıp aramıza karışırsa? Peki, şu anda tiyatroda, yanınızda oturan, kafayı üşütmüşün, çatlağın tekiyse ne olacak? Her yer delilerle dolmuşsa? 'Tak Tak... Takıntı...', gündelik yaşam içinde kıyısından geçtiğimiz, farkına varmadığımız, sıradan sandığımız küçük olayları örtülerinden sıyırıp önümüze koyan muhteşem bir güldürü... Ben, Bülent Kayabaş, Suzan Aksoy, Özdemir Çiftçioğlu, Berrak Kuş, Eser Ali, Onur Şenay, Murat İlgar yeni karakterlerimizle boğuşuyoruz. Onları daha iyi anlamak, daha iyi oynayabilmek için... Tak tak takıntılıların, çat çat çatlakların dünyasını keşfetmeye çalışıyoruz... Benim işim çok zor. Madam Arşaluz Tabaklıyan adlı evde kalmış, yaşı geçmek üzere bir hatunu canlandıracağım. O da kafayı sıyırmışlardan. Küçük Prens, "Aslolan göze görünmez..." diyor. "Tak Tak... Takıntı..." göze görünmeyenin peşinde bir güldürü. Saplantılarından kurtulup, kendine yeni baştan başlamanın yolunu keşfedenler, kurulu düzen hapishanesinden kurtuluyor; içlerine tıkıldıkları hücrenin duvarlarını yıkıyor. Güneş doğuyor içlerine. Bırakın doğsun güneş... Oyuna gelin, birlikte kaçalım hapishaneden.
|