Gölleri sevmek
Arkadaşları Harvard Üniversitesi'nin kuralı gereği siyah ceket giyerken, o sırtında yeşil ceketiyle geliyordu okula. Mezuniyet diplomasının koyun derisine basıldığını görünce şunları söylediği bilinir: "Keşke her koyun kendi derisine sahip çıksa..." Henry David Thoreau, 1862 yılında öldüğünde 45 yaşındaydı ve son yıllarını Walden Gölü kıyısındaki kulübesinde yaşamıştı. Tarihin en büyük doğa aşıklarından biri olan Thoreau'nun gölün adını verdiği kitabı, günümüzde doğa bilimcilerin başucundan eksik olmuyor. İşte, o kitaptan bir bölüm: "Ne zaman bir tilkinin, sanki dünyada hiçbir derdi yokmuş gibi, tam bir özgürlük içinde buz tutmuş gölün üstünden geçişini veya güneşli bir havada tepelerde koştuğunu görsem, güneşin ve dünyanın gerçek sahibinin o olduğunu düşünürüm." Ünlü denizcimiz Barbaros Hayrettin Paşa anılarında denizden hiç söz etmez! Hal böyleyken, göllerimizin tarihi konusunda bilgi sahibi olduğumuzu söylemek, iyimserlik olacaktır. Göl, suyun belleğidir oysa. Dünyanın oluşumunda başrol oynayan suyun müzesi göllerdir. Ve Türkiye, Jeomorfoloji (Yeryüzü Şekilleri Bilimi)'nin pek çok alanında olduğu gibi göller konusunda da büyük bir mirasa sahiptir. Edebiyatımız'daki gölleri gezecek olsak, Yaşar Kemal'in Ağrı Dağı Efsanesi'ni elimize almalıyız. Roman, Küp Gölü'nün kıyısında oturan çobanların kaval çalmasıyla başlar... Kemal Tahir Göl İnsanları'nda bir gölden çakıl taşıyan işçileri anlatır. Şiirde ise dizeleri bir çubuk gibi göl suyunda en çok gezdiren şair Melih Cevdet Anday'dır. Bafa Gölü için bir şiir yazan Anday'ın kitaplarında her an bir göl duyarlığı göz kırpabilir okura: "Gün doğuyordu erken erken / Uyuyakalmış üç martı var gölde." Ülkü Tamer Sıragöller adını verir bir şiir kitabına; Cemal Süreya bir şiirinde Gazali'nin gölü bilgisayar olarak kullandığını y a - zar... Ö r - nekleri çoğaltabilir miyiz? Birkaç şairi, yazarı da anabiliriz ama, göllerimizin güzelliğinin hakkını verebildiğ i m i z i söyleyemeyiz. Edebiyatımız yalnızca deniz değil, göl kaçkınıdır aynı zamanda. Ne de olsa Barbaros'un çocuklarıyız!.. Ne dersiniz, bu kısırlığın, yetersizliğin nedeni Kaliforniya Üniversitesi'nde ders veren Sargun A. Tont'un Sulak Bir Gezegenden Öyküler kitabında dile getirdiği şu eleştiri olabilir mi? "Şairler bisiklete atlayıp kırlara, ormanlara açılırlarsa o zaman yazılacak öykülerin, şiirlerin haddi hesabı olmaz. Üstelik 'rakı şişesinde bir balık olmak' gibi düşünceleri akıllarından çıkararak, masmavi bir göl kıyısında bembeyaz bir zambak olmayı düşünebilirler..." Gölde boğulan şair var mıdır? Olmaz olur mu? İngiliz romantiklerden Shelly'nin ciğerleri göl suyuyla dolmuştur örneğin. Li Po'nun öyküsü ise çok daha trajediktir! Çinli şair mehtaplı bir gecede sandalıyla göle açılır. Ayın sudaki görüntüsü o denli büyüleyicidir ki, Li Po kollarını açarak suya sarkar... Şair, o gece haylice içmiştir! Üç dizelik Japon şiirleri olan Hai-kai'de dağlar kadar göller de önemlidir. Az sözcükle çok şey anlatmak, yani derinlik yaratmak ustalığı olan bu şiir türü edebiyat coğrafyasının gölüdür. İşte, Buson'dan bir örnek: Yaşlı ufak bir gölde Bir kurbağa sıçrıyor Suyun sesi... Van Gölü'nde canavar, Sapanca Gölü'nde piranha, Bafa Gölü'nde ölü balıklar... Bunlar da olmasa göllerimiz bir yer bulamayacak kendilerine, gazete sayfalarında! Köşe yazarları ise birbirlerini bir kaşık suda boğmak için yarışıyor. Oysa, yazılacak, okuru bilgilendirecek o kadar çok konu var ki... Mimar Sinan'ın ilk eserinin, Kanuni'nin Bağdat seferi sırasında Van Gölü'nün kıyısındaki ağaçlardan yaparak yüzdürdüğü üç gemi olduğunu kaç kişi biliyor ki!?
|