Alis Fransa diyarında!
Alis Irmağı'nın kıyısındaki köylerden kopanlar Batı'ya göç eder ve Avrupa'nın iç kısımlarına ulaşır. Geldikleri yere benzeyen bir ırmağın kenarına yerleşen göçerler, önlerinden akıp giden suya da 'Alis' adını verir. Yalnızca ırmağın suyu değil, zaman da akıp gider ve bölgenin adı 'Alis Kampı' olarak anılır. Kamp köye, köy kasabaya, kasaba da kente dönüşür. Günümüzde bu yer 'Paris' olarak bilinmektedir! Alis Kampı da Fransızca'ya Champs Elysees olarak yerleşir. Yani mağazalarıyla ünlü şu ünlü 'Şanzelize' Caddesi, adını kilometrelerce öteden yüzyıllar öncesinde gelen insanların anavatanlarına duydukları özlemden almaktadır! Kıyısından göç edenlerin adını Paris'te bir caddeye taşıdıkları Alis Irmağı'nın günümüzde nerede olduğunu biliyor musunuz?
Sürprizlerle dolu Bu sorunun yanıtı, ikincisi çıkan Hıncal'ın Gördükleri adlı kitapta sizi bekliyor. Ama ben dayanamayıp, Alis Irmağı'nın günümüzdeki adını yazmak istiyorum: Kızılırmak! Ne o, şaşırdınız değil mi? Hıncal Uluç'un yeni kitabında bunun gibi birbirinden renkli daha nice sürpriz bekliyor. Kütüphanemdeki gezi kitaplarından çok farklı olan bu eseri elimden düşürmeden bir solukta okudum. Uluç'un akıcı dilini köşesinden takip etmek güzel. Ama kitap sayfalarının çevrilirken çıkardığı sesin içinde o yazıları okumak daha da güzel. Hem gülüyor hem de çok şey öğreniyoruz Hıncal'ın Gördükleri'nde. 55 yazıda o kadar çok kent, insan, tarihi bilgi sunuyor ki Uluç, bir uçan halıda hem ülkeler arasında geziyor hem de bir zaman yolculuğu yapıyorsunuz. Yediğini, içtiğini de yazıyor Uluç. Örneğin, Küba'da soğuk bir birayı yudumlarken görüyoruz onu. Beyaz adama karşı direnen yerlilerin lideri Hatuey yakalanınca şu teklifle karşılaşır: "Hıristiyan olursan hayatını bağışlarız." Hatuey hiç düşünmeden karşılık verir: "Bunca insanı böyle acımasızca katleden insanlar cennete gidiyorsa, ben onların cennetine gitmek istemem." Cellatın elindeki ateş Hatuey'in üstüne konduğu odunları tutuşturur ve yürekli adam diri diri yakılır. Hatuey, Hıncal Uluç'un elindeki bira şişesinin adıdır! Küba'yı anlatırken, sıcak havada serinlemek içtiği soğuk bira şişesinin üstünde yazılanın, yakılan bir Kızılderili liderinin adı olduğunu atlamıyor Hıncal Uluç! Aralık ayında, Hıncal Uluç'un yakın arkadaşı Ertekin Bey, neden Paris sokaklarında mayo aramaktadır? Kapalı havuza gitmek için mi? Hayır! Manş Tüneli'nden geçecektir iki arkadaş! Denizin altından giden bir trende yolculuk yapmak Ertekin Bey'in pek hoşuna gitmez. Mayoyu "Ne olur, ne olmaz," diye yanına almak istemektedir! Kitaptan yapılacak o kadar çok alıntı var ki.. İrlanda'nın bir sahil kenti olan Drogheda'nın futbol takımın armasındaki hilalin öyküsü de şaşırtıyor okuru: Kraliçe Viktorya döneminde büyük bir kıtlık yaşanır İrlanda'da. Adayı sömüren İngiltere yardım olarak 3 bin altın gönderir. Son derece yetersiz olan bu yardım yüzünü güldürmez ada halkının. Ta ki, Osmanlı sultanı 100 bin altın gönderene kadar! İstanbul'dan yola çıkan yardım gemisi altının yanında yiyecek de taşır Dublin'e. Ne var ki İngilizler, geminin limana yanaşıp yükünü boşaltmasına izin vermez. Osmanlı gemisi bunun üzerine Kuzey'e yönelip Drogheda'ya ulaşır ve yardım bu kentten dağıtılır tüm İrlanda'ya. "İşte,'' diyor Hıncal Uluç, "bu yüzdendir ki Drogheda kentinin futbol takımının futbolcuları göğüslerinin üstündeki armada hilal taşımaktadırlar." 22 yaşındaki Hıncal Uluç, üniversite oyunları için Sofya'ya gider. Rossitza adlı sarışın bir Bulgar kızıyla tanışır. 1961 yılının yazında harika bir arkadaşlık yaşanılır. Türkiye'ye geri dönünce aşk mektupları taşınır iki sevgili arasında... Sonra, "Bu işin sonu yok," der iki sevgili ve birbirlerine duygu dolu son mektuplarını yazarlar. Yıllar sonra bir kez daha Sofya'ya gider Uluç. "Ya çıkarsa," diye bir kez daha çevirir hiç unutmadığı, unutamadığı Rossitza'nın telefonunu. Sonrasını yazmayacağım. Devamı Hıncal'ın Gördükleri serisinin iki nolu kitabında! İyi okumalar.
|