|
|
Tatlı dille başarılı eleman yetişmez!
Ödün yok, teşekkür yok, sırt sıvazlamak yok ama en ufak bir hatada affetmek de yok. Haftanın en çok konuşulan filmi 'Şeytan Marka Giyer' deki Runway'in baş editörü Miranda Priestly'nin özeti budur. Yanında çalış çalış kudur! Neyse, Hıncalım hafta içinde "Cihat Baban filmdeki Miranda gibiydi, onun sayesinde bizim gibi gazeteciler yetişti" yazınca ben de konuyu detaylıca sorayım dedim. Siz ne dersiniz; her başarılı insanın arkasında Miranda gibi bir patron mu var?
* AYŞE: Başarı için Miranda gibi müdürler ya da patronlar gerekli mi? HINCAL: Evet gerekli, aynen öyle olması lazım.
* Tatlı dille güzellikle, başarılı elemanlar yetiştirilemez mi? İş yürümez mi? Yürümüyor hayır!
* Nesi yürümüyor? Yürümediğini görüyorsun! Yeni nesilde yetişmişleri söyle. Bu bir usta-çırak ilişkisi. Türkiye'de babalar oğullarını ustaya teslim ederken "Eti senin kemiği benim" derler. Usta olmak kolay değil, çile çekeceksin. Acımasız bir ustan olduğunu bileceksin.
HOŞGÖRÜ RAHATLIK VERİR
* Böylece attığın her adıma dikkat edecek, nefesini ensesinde hissedeceksin. İmkansızlıklar içinde yaratıcı olmayı düşünebileceksin.
* Patron korkusu yaratıcı yapıyor yani! İnsanın hoşgörülü olduğunu bilirsen, beni de nasıl olsa affeder dersen, işte o kadar rahatsın.
* Peki böyle sert, acımasız ve affetmeyen olmak; patronluğun değişmez rolü müdür? Bu bir yaradılış meselesi. Çıraklıktan ustalığa giden yol engellerle doludur. Bu engellerin hepsi aslında baktığın zaman, seni aşmamakta haklı gösteren engeller.
* Eh itinayla engellere bahane bulunur tabii... Hoşgörülürse engele bakar, sana bakar "Doğru bu engel geçilmez, ben de olsam geçemezdim" der seni affeder ve sen o engelde kalırsın. Halbuki ustanın affetmeyeceğini bilirsen o engeli geçersin, öbür engeli de geçersin, öbürünü de ve ustalığa ulaşırsın. Bugün Türkiye'de iyi gazeteci yetişmeyişinin sebebi, hoşgörülü genel yayın müdürü! Ben her türlü yanlışı yaparım bu yanıma kâr kalıyor bunu biliyorum.
* Filmdeki Miranda bu hoşgörüsüzlüğü o kadar abartmış ki... Fırtına çıkmış, uçaklar kalkmıyor ve asistanı onu Miami'den New York'a o gece getirecek uçak bulamadı diye "En büyük hayal kırıklığım sensin" konuşması yapıyor! Muhabirimiz yok, paramız yok; ödenmediği için telefonlarımız kesik. Tek haber kaynağımız Anadolu Ajansı... Adnan Menderes emir verdi, bize bülten de vermemeye başladılar. Yani aynen filmdeki kız gibi...
* Çaresizsiniz, elleriniz bomboş... Haber alma kaynağım yok! Ertesi gün Cihat Baban gazeteye gelir. Biri Milliyet biri Yenigün "Lefter dünkü idmanda sakatlanmış. Bu haber bizde niye yok?" der.
* Siz ne cevap verirsiniz? "Cihat Bey İstanbul'da muhabirim yok, telefonum da yok" demeye kalkardım. Derdi ki, "Bana bunları anlatma, ben seni bu gazeteye casus diye almadım. Tabii bir takım mazeretlerin var ama bu mazeretlerin beni ilgilendirmez. Sana sorduğum; 'bu haber niye yok'. Bu bir soru değil, onun için cevap verme!"
* Peki hiç kızmadınız mı? Pes etmediniz mi? Dayanmak kolay değil, insanın çıldırma noktası var... Tabii kızardık, istifa etmeye kalkardık. Ama biz; Ahmet, ağabeyim ve ben gazeteciliğin böyle öğrenildiğini bilirdik. O yüzden aramızda bir anlaşma yaptık. Kim kızıp giderse, öbür ikisi gidip onu geri getirecek diye.
* Bu sistemi çeşitli mesleklerdeki arkadaşlarıma da söylemeli. Her gün biri arayıp, bitmez tükenmez isteklerden bıktığını, yetişemediğini söylüyor, ağlıyor... Ve bu sistem işledi. Biz imkansızlıklar içinde gazetecilik yapmayı öğrendik. Bugün akla hayale gelmez imkanlar var, gazetecilik yapılmıyor. Çünkü müdürleri hesap sormuyor. Bu haber niye yok? Şu unsurları niye eksik? Niye kalkıp Mardin'e gitmemiş? Maddi imkanlar da var...
İŞİNİ İYİ YAPMALISIN!
* Bir de filmde, 'eğer işinde ilerlemek istiyorsan biraz kötü olmayı öğrenmelisin, duygusal davranmamalısın çünkü iyi niyetli davranmak işe yaramıyor' gibi bir mesaj var. Ki bu bence iş hayatında çok doğru... Cehennemin yolları iyi niyet taşlarıyla döşenmiştir. İşini yapacaksın, istersen kötü niyetli ol. Her hafta gelip karşıma oturduğun zaman ben senin niyetinle ilgilenmiyorum, işini nasıl yaptığınla ilgileniyorum.
* Filmin başka bir boyutuna geçersek, Türkiye'de modaya yön veren dergi neden yok sizce? Amerikalılar'ın bir lafı vardır, "Her yayınının çapı, genel yayın müdürünün çapı kadardır, daha fazla olamaz". Ve bu laf doğru. Türkiye'de Miranda gibi bir genel yayın yönetmeni olsa modayı yönlendirirdi. Tabii modayı yönlendirmek için o ülkede moda olması lazım.
* Türkiye'de moda yok diyorsunuz... Türkiye; Fransız, İtalyan ve Amerikan modasını izliyor. Önce Türk modası diye bir şey olması lazım. Türkiye'de Türk kadını yalancı! Çantasındaki tüm imkanları kullanarak modayı hem de nasıl iyi biliyor. Ama kendisine sorulunca "Moda insanın kendisine yakışandır"...
* Sanki modayla ilgilenmek yanlış ya da kötü bir şeymiş gibi... O zaman şöyle bir şey çıkıyor ortaya; moda o kadar aşağılık bir şey ki hiçbir kadın "Ben modayla ilgileniyorum" diyemiyor. O zaman bu işle uğraşanlar da aşağılık. "Evet ben modayı satır satır izliyorum" diyen bir kişi söyle bana. Yok! 1960'taki resimlerime bakıyorum bazen, kendimden utanıyorum.
* Ne yapmıştınız? Elli santim paçalar giymişim. Saçları, favorileri nasıl uzatmışım diye dehşet içinde bakıyorum. Niye giydim bunları? Moda diye! Ben erkeğim üstelik. Herkes modaya uyar, sonra yok efendim; "Ben kendime yakışanı giyerim"!
AYŞE&HINCAL
|