|
'Fatih Akın'la konuşmuyorum'
|
|
Antalya festivalinde sürekli sarhoş dolaştığı, beyaz odasını şarapla kırmızıya boyadığı iddialarıyla eleştiri yağmuruna tutulan Birol Ünel, hakkında merak edilen her şeyi ve Fatih Akın'la ilişkilerinin son durumunu anlattı.
Uluslararası bir star olan 'kötü çocuk'un portresi
O, klasik sanatçı tanımına uymayan, 'punk' dönemini hâlâ unutmamışa benzeyen, sabahtan içmeye başlayan, içtiğinde de taşkınlık yapabilen biri. Peki onu yakalım, lanetleyelim mi? Doğrusu, biz bunların ardındakileri öğrenmeyi tercih ettik.
Birol Ünel, son Antalya festivalinde, basının deyimiyle 'rezaletler çıkardı'. Ortalıkta çoğu zaman sarhoş dolaştı, kimilerini 'rahatsız, hatta taciz etti', odasının bembeyaz duvarlarını kırmızı şarapla boyadı!.. Tüm bu söylentiler konusunda önce otelin güvenlik sorumlusuyla, sonra da elbette bizzat Birol'la konuştum. Sorumlu olayları büyük ölçüde doğruladı, hatta bir gece Birol'un odasına giderek oteli terketmesini söylediğini belirtti. Ama ertesi sabah birileri işe karışmış ve Birol, 'uslu olmak' kaydıyla otelde kalmış. İyi de olmuş çünkü tüm bu magazin olaylarının ardında, Birol Ünel'in bugün dünya çapında önemli bir oyuncu olduğunu unutmamak gerekiyor. Evet, o bir 'kötü çocuk'. Klasik sanatçı tanımına uymayan, 'punk' dönemini hala unutmamışa benzeyen, sabahtan içmeye başlayan, içtiğinde de taşkınlık yapabilen biri. Peki ne yapalım? Onu yakalım mı, lanetleyelim mi? Yoksa bu fasadın ardındakileri anlamaya mı çalışalım, ona ilgi gösterip konuşalım mı?
'HER ŞEYİ ABARTTILAR' Doğrusu Berlin 2004'te Duvara Karşı'nın zaferini birlikte yaşamış ve daha o zamandan onunla bir ölçüde kaynaşmış bir gazeteci olarak, elbette ikinci yolu seçtim. Ve adından söz edilen, ama kimsenin henüz tanımadığı bu ilginç kişiliği tanımaya çalıştım. Önce, otelde olanlar doğru mu? "Biraz. Ama çok abartılmış." Örneğin duvarları kırmızıya boyamış mı? "Aslında aklımdan geçmedi değil. O bembeyazlık beni rahatsız etti. Ama sadece bir şişe devrildi. Yerlere kırmızı şarap saçıldı. O kadar." Tam tersine kendisi, küskün bir çocuk gibi hep "Bana burada kötü davrandılar," diye yakınıyor!... Birol, aslında Antalyalı, Silifke'de doğmuş. Bundan tam 45 yıl önce... Babası Azeri, annesi İran göçmeni. Akdeniz kıyısında tanışıp evlenmişler ve 1961 yılında Birol dünyaya gelmiş. Sonra ana-baba Almanya'ya çalışmaya gitmişler; baba kaynakçı, anne peruk yapımcısı olarak... Birol'un çocukluğu büyükanne ve babasıyla geçmiş. Sekiz yaşında Almanya'ya gitmiş. Bremen yakınlarında bir küçük kasabaya... Liseye gitmiş, ama bitirmemiş. 17 yaşında marangozluk eğitimi almış. Sonra Hannover'de bir yetenek okulunda dört yıl tiyatro ve müzik eğitimi görmüş. Daha sonara tiyatro yapmış, oyuncu ve yönetmen olarak... Örneğin Albert Camus'nün ünlü Caligula'sında oynamış. Sonra çok sevdiği Baudelaire, Rimbaud, Verlaine gibi izlenimci Fransız ozanlarından yapılan sahne uyarlamalarını yönetmiş ve oynamış. Ama isyankarlığı o yıllardan beri var. 25 yaşlarında FAP denen anti-faşist bir gençlik örgütüne girmiş, sokak kavgalarına, yürüyüşlere katılmış. Bir olaydan ötürü Hannover mahkemesinden dört yıl hapis cezası bile almış, bir süre yatmış.
FATİH AKIN'LA KONUŞMUYOR Ama hemen aynı yıllarda sinema hayatı da başlamış. 1987'de kimi TV filmlerinde oynamış. O aralar Welcome to Germany adlı Alman filminde Tony Curtis'in yanında oynamasını unutmuyor. Ardından çeşitli sinema- TV yapımlarında Türk, Alman veya Arap rolleri geliyor. Aralarında Jean-Jacques Annaud'nun Kapıdaki Düşman gibi bir üstün-yapımı da var. Ama punk ya da kendi deyişiyle 'otonom' veya anarşist eylemlere katkısı bitmiyor. Çoğunun neo-nazi karşıtı eylemler olduğunu söylüyor. Ve şöyle ekliyor: "Ama faşizmin yalnızca Almanya'ya özgü olduğunu sanmayın. O her yerde var. Ve ben her türlü faşizme karşıyım." Bu arada 16-17 yaşlarında komünist sempatizanı olduğunu söylüyor. Ama ekliyor: "Gençken akla hep eylem yapmak gelir. Oysa yaş ilerledikçe oturup konuşmak, tartışmak önem kazanıyor." Ve sonra Fatih Akın'la tanışıyor, onun Temmuzda adlı filminde rol alıyor. Yıl 2000. Dört yıl sonra Duvara Karşı'da başrol alıyor ve bu film onu yalnızca Almanya'ya değil, tüm dünyaya tanıtıyor: Amerika dahil... Ama Fatih için acı konuşuyor: "O benim kalbimi kırdı. İyi dosttuk, ama artık onu görmek bile istemiyorum." Niye böyle oldu? Anlatmak istemiyor, ama şöyle diyor: "Ben onu zengin yaptım." Soruyorum: "Ama o da seni ünlü yaptı, değil mi?" Kızıyor: "Ben zaten ünlüydüm. Arkamda 30'u aşkın film vardı. O daha doğmadan ben Cannes'a katılmış, San Sebastian festivalinde ödül almıştım." Anlaşılan Fatih'le araları gerçekten bozuk ve bu konuda konuşmak istemiyor. Ya Sibel Kekilli? "O çok hoş biridir. Bizim küçük prensesimizdir. Ona 'yeğenim' derim. Zaten beş yeğenim var, o da altıncısı! Daha ilk tanıştığımızda, bana eskiden porno filmler yaptığını açık açık söyledi. Pişmandı, ama olmuştu bir kere. Çok açık sözlüdür, hiçbir şeyi saklamaz." Duvara Karşı'dan sonra Ünel çok teklif almış. Bunlardan biri, çingene kökenli Tony Gatlif'in yönettiği Transylvania. Bu film, Cannes 2006'nın kapanış filmi oldu, Antalya'da oynadı, şimdi Filmekimi'nde İstanbul sinemaseverlerine sunulacak. Sonra da sinemalara gelecek.
'FİLM ÇEKERKEN İÇMEM' Filmin Cannes'da kapanışa seçilmesi hepsi için sürpriz olmuş: "Filme çok asılmıştım. Tam beş dilde konuştum: Çingenece, Fransızca, İngilizce, Azerice ve Almanca. Ama basının karşısına çıkmak korkunçtu. Benim bir sorunum var, kalabalık önüne çıkamıyorum. Çekimi seviyorum, ama sonrası ürkütücü. Festivale gitmek, sorulura yanıt vermek.. Ve sonra birden, yapayalnız kalıvermek." Yine de filmin Cannes'da ayakta alkışlanmasını unutamıyor. Kadın oyuncu Asia Argento ile hayli takışmışlar: "İyi dost olamadık, ama önemli olan filmdir. İyi bir film yaptık. Üç ay boyunca Romanya gibi garip bir ülkede film çekmek zordu. Çok yoksuldular, elektrik, su bile yoktu. Kavga etmemiz kaçınılmazdı!" Ünel, uzun süredir Lea Mona adlı bir Hırvat oyuncuyla yaşıyor. Antalya'da da yanındaydı. Kendisini 'Büyük aşkların adamı' diye tanımlıyor. Bu 45 yaşında, ama çocuk yüzlü adam kadınları çok çekiyor galiba... Çabuk fark edilen bir özelliği de boynundaki derin yara izi. Daha iki yaşında, bir gaz tüpü patlamasına borçluymuş bunu. Bir içki sorunu var mı? "Var elbette," diyor, açıksözlülükle. En çok bira ve şarap içiyor. "Tek içmediğim zaman, çalışma sürecimdir. İçkiye karşı ilacım çalışmak. Ve film çekerken, kesinlikle içmem." Ünel, tam anlamıyla iki kültür arasında olmanın simgesi. Hâlâ Türk pasaportu taşıyor: Alman pasaportu almamış ("Askere gitmemek için," diye şaka yapıyor!) Ama Türkçe'yi iyi konuşamıyor. Hatta bu söyleşiyi büyük ölçüde İngilizce yapıyoruz. Konuşamıyor, ama bu ülkeyi seviyor...
|