|
Son star Faye Dunaway
|
|
Antalya Film Festivali'nin en parlak yıldızı Faye Dunaway, star sisteminin artık ortadan kalktığını söylüyor.
Hollywood'un kişilikli yüzü
Faye Dunaway, Amerikan sinemasının gelmiş geçmiş en güzel film yıldızlarından. Antalya Altın Portakal Film Festivali'ne 'onur konuğu' olarak katılan ünlü aktris yönetmenliğini yapacağı filmin ilk gösterimini çok sevdiği ülkemizde yapmak istediğini söyledi.
Bir kez Cannes'da izlemiş ve resimlerini çekmiştim. Bir kez bir Berlin festivalinde film başladıktan sonra gelip yanıma oturmuş, beni nefessiz bırakmış ve sonra birden kalkıp gitmişti. Bu kez bol bol karşılaştık. Hillside Su otelinde aynı katta kalıyorduk (beşinci kat) ve raslantı bu ya, sürekli koridorda karşılaşıyorduk. Bir keresinde lokantaya inmiş ve yemeğini seçerek iki küçük kaba koydurmuştu: küçük küçük kesilmiş bonfile parçaları ve de herhalde patlıcan oturtmadan aşırılmış, Türk usulü pişmiş patlıcanlar. Yanında bir garson vardı, ama bizzat taşımayı seçmişti! Ve bir kez basın toplantısında, bir kez de özel bir söyleşide onu dinledim. Doğruydu: özellikle TV çekimleri öncesi kaprisliydi, huysuzdu. Ama İstanbul'da konuştuğum Jeanne Moreau da öyle değil miydi? Onun yaptığı, 65 yaşındaki bir star için doğal bir şeydi: Güzelliğinden geri kalanı korumak, hain ışıkların ve beceriksiz fotoğrafçıların onu yaşlı, çirkin göstermesine engel olmaya çalışmak... Sinemaya 1967'de giren Dunaway, en çok Bonnie ve Clyde, Çin Mahallesi ve ona Oscar kazandıran (Network) Şebeke filmlerini seviyor. Onu bir anda yıldız yapan Bonnie ve Clyde'a bayılıyor: "Arthur Penn gibi bir yönetmen, Warren Beatty ve Gene Hackman gibi rol arkadaşları. Mucize gibi bir şeydi. Ve 1930'ların Amerika'sı anlatılırken, sanki 60'ların ruhunu yakalamıştık". Warren onun için iyi bir dost: "O zamanlar tam bir parlak çocuktu. Ama aynı zamanda kişilikli, entelektüel bir yanı olduğu seziliyordu. Nitekim sonraları yönetmenliği de denedi ve başardı." Diğer rol arkadaşlarını da özlemle anıyor: "Hep çok iyi oyuncularla oynadım. Küçük Dev Adam'da çalıştığımız Dustin Hoffman en komik olanıydı, beni sürekli güldürürdü. Çin Mahallesi'nde Jack Nicholson'la harika bir işbirliği çıkardık ve çok iyi arkadaş kaldık. O da tam bir şakacıdır." Buna karşılık Akbabanın Üç Günü'nde çalıştığı Robert Redford'u takdir ediyor, ama şöyle diyor: "Soğuk ve mesafeliydi, bir türlü kaynaşamadık."
TÜRKİYE'Yİ ÇOK SEVDİM Dunaway'in çok ilginç bir yüzü var, öylesine özel ve kişilikli... Onun için "Hollywood'un son starı" diyenler, biraz da bu yüze atıf yapıyor. Ama acaba yarattığı çok farklı karakterlerde bu yüzü nasıl kullandı? "Yüz konusuna hiç takmadım. Özel bir yüzüm olduğunu biliyorum. Bu bazen iyi, bazen kötüdür. Özellikle sıradan insanları oynamak isterseniz... Ama zaten bir karakter yaratmak, yüzün dışında bir şeydir. Yoğun bir çalışma, o kişiliğe bürünme inadı ve konsantrasyon gerektirir." Tüm bunları, tiyatro eğitimi sırasında öğrendiğini belirtiyor: Boston Üniversitesi'nde drama derslerinde. Orda sınıf arkadaşı olan Göksel Kortay'la yıllardır kopmuşlar. Bir diğer dostu olan Ahmet Ertegün'ün Bodrum'daki evine hiç gelmemiş: "Ama zaten bu benim ilk Türkiye yolculuğum. Çok sevdim ve ilk fırsatta Ahmet Ertegün'e gelip kalacağım." Starlık konusunda söyleyecek çok şeyi var: "Evet, benim için 'son star' dedi birileri... Starlık biraz 'glamor'dur, yani cinsel cazibe... Ama unutmayın: Starları Hollywood yarattı; özel yazılmış roller ve senaryolar, büyüleyici bir ışıklandırma, gizemli tanıtma gibi öğelerle. Bugün artık star yok, onları yaratan sistem ortadan kalktı. Çok iyi oyuncular var: Nicole Kidman, Cate Blanchett... Ama onlar bir Garbo veya Rita Hayworth değil. Onlar kadın değil, sanki birer tanrıça idiler. Bugün herkesin ayağı yere basıyor." Günümüzde beğendiği bir gelişme var: "Artık orta yaşı geçen oyuncular için de roller var. Bakınız, Shirley Mac- Laine, Helen Mirren, Judi Dench sürekli çalışıyorlar. Eskiden böyle değildi. Modern sinemada yaşlılara da yer var." Dunaway filmleri arasında en az, ünlü oyuncu Joan Crawford'u oynadığı, (Mommie Dearest) Sevgili Annem'i seviyor: "Bu filmle ona haksızlık ettik. Onu antipatik biçimde oynadım; senaryo öyle istiyordu. Onu karikatürize ettik. Oysa büyük bir oyuncu ve tam bir stardı."
TAM BİR FESTİVAL KUŞU Yeni sinemayı seviyor, izliyor. ABD'de sinema yapmakta pek özgür olunamadığını, oysa Avrupa'da ve tüm dünyada çok daha özgürce şeyler yapıldığını savunuyor. Festivalleri de önemsiyor: Tam bir festival kuşu. Hong Kong'dan Bangkok'a birçoğuna gitmiş. Antalya'yı da "Kimi organizasyon eksiklerine karşın" çok sevmiş: "Yalnızca bana bir 'onur ödülü' verdikleri için değil. Ama dünyanın bu yöresinde böylesine bir sanat olayı yarattıkları, böyle güzel filmler gösterdikleri için..."
'RUHUMU YAKALAMIŞSINIZ' Sanatçının gözü artık yönetmenlikte. Yakın dostu yazar, artık yaşamayan Tennessee Williams'ın ona 'armağan ettiği' bir kısa öyküsünü filme çekmiş, Sarı Gül adlı bu kısa filmle başarı kazanmış. Şimdi bir uzun film yönetmeye hazırlanıyor: Maria Callas'ı anlatan Master Class. Bizde de Yıldız Kenter'in oynadığı bu oyunda Callas'ı bizzat oynayacak. Bu onun yıllardır izlediği önemli bir proje. Filme Callas'ın gençliğini de katmak istiyor; o şişman ve sakar haliyle... Bir küçük rolü ise arkadaşı Elizabeth Taylor'un oynayacağını umut ediyor: "Hep dostlarımla çalışacağım. Elimizde yıllardır pişen bir senaryo var, iyi bir iş çıkacak." Ve şöyle ekliyor: " Sürekli iyi roller aramak, senaryo peşinde koşmak, gerekirse yönetmen veya yapımcılığa soyunmak... Ben henüz bıkmadım, yorulmadım. Göreceğim çok yer, yapacağım çok film var. Ama öncelikle yönetmen olarak. Ve bu filmi başarıyla bitirirsem, ilk gösterimlerinden birini burada, çok sevdiğim ülkenizde yapmak isterim." Konuşmanın sonunda Dunaway'e son çıkan Bir Eleştirmenin Objektifinden albümümü gösteriyorum: Şaka değil, tam beş resmi var!.. İyice bakıyor ve beni çok mutlu eden şu sözleri söylüyor: "Fotoğrafçı olmanın da ötesine geçmiş ve benim ruhumu yakalamışsınız." Umarım doğru söylemiştir!..
|