|
|
Endişenin bilimi
Saat sabahın dördü... Hala uykunuz tutmadı. Kalbiniz deli gibi atıyor, sanki bir sonraki seferde duracakmış gibi. Çocuklarınız, sağlığınız için endişeleniyorsunuz. Sevdiğinizi kaybetme, parasız kalma korkusu... Eşiniz ise yanınızda hiçbir şeyden haberi olmadan derin uykusunda! Nasıl oluyor da hiçbir tehlikeyi görmüyor? Görse zaten bu kadar rahat uyuyabilir mi? Ya da yerden 12 bin metre yukarıda uçaktasınız, türbülansa girdiniz. Sizin korkudan eliniz ayağınız titriyor, mideniz bulanıyor, içiniz çekiliyor; yanınızdaki adam gayet rahat filmi izlemeye devam ediyor. Nasıl oluyor da aynı şartlar içinde yaşayan iki kişi, o şartlara, bu kadar farklı reaksiyon gösterebiliyor? Bazıları diğerlerinden daha sinirli mi doğuyor? Siz de onlardan biri misiniz? Eğer öyleyse yapabileceğiniz bir şey var mı?
KRONİKLEŞİRSE TEHLİKELİ Korku ile kontrol edilen bir dünyada yaşadığımız bir gerçek. Vücudumuzda oluşan bu tip fizyolojik tepkiler hayati tehlikeye karşı kendimizi korumamızı sağlar. Bu tip yaşamsal bir kapasiteye sahip olmamız önemli, ancak, benim burada bahsetmek istediğim; bu duygunun tehlike olmadığı zamanlarda bile bizi kontrol ediyor olması. Şu an hiçbir şey olmadığı halde, vücudumuzun hep kötü bir şey olacakmış gibi tetikte yaşaması. Vücudun, strese karşı gösterdiği tepkiler, en küçük probleme karşı bile alışkanlıkla otomatik reaksiyon göstermesi; bilinçsiz yaşadığımız sürece kronikleşiyor. Çoğu insan kendini sürekli gergin ve endişeli hissediyor; kronik kas gerginligi, baş ağrısı, yüksek tansiyon, kalp rahatsızlıkları gibi bedensel rahatsızlıklar veya psikolojik hastalıklarla yaşıyoruz. Bir hastalığınızla ilgili yaptırdığınız testin sonucu gelmeden, sonucun kötü olduğunu düşünüp tasalanmanız bunun örneği. Rahat nefes almamızı engelleyen, nabzımızı hızlandıran, sürekli vücudumuzu atak etmeye veya kaçmaya hazır tutan, yaşam katitemizi düşüren o küçük korkular, 'ya öyle olmazsa'lar, 'ya böyle olursa'lar bizi esir ediyor ve duygusal olarak yorup tüketiyor, en sonunda da perspektifimizi kaybediyoruz. Araştırmalar, endişenin yüzde 30-40 genlerimizde olduğunu kanıtlıyor ama yetiştirilme tarzımız ve hayat tecrübemiz de nasıl hissettiğimiz hakkında büyük bir rol oynuyor. Endişe, huzursuzluk, gerginlik, sinirlilik, fobi gibi hisler; çok fazla geleceği düşünmekten, yeteri kadar şimdiyi yaşamamaktan kaynaklanıyor. Korku ve endişelerin sadece haplarla giderileceğine inanmak çok yanlış. Düşüncemizle ilişkimizi bir kez değiştirince, mimarı olduğumuz güvensiz ve korku dolu dünyada ardı arkası kesilmeyen endişe dolu düşüncelerin yarattığı zinciri kırabiliriz. Endişe dolu bir düşünceye tüm benliğinizle kendinizi kaptırıp, daha da endişelenmek yerine bu düşünceyi fark edip, salıvermelisiniz. Tekrar endişe dolu bir düşünce ve bu düşüncenin varlığını fark edip, tekrar bırakmak, sakinleşmek gerekiyor. Yani kendinizi endişenin yoğunluğuna kaptırmamalısınız. Bu tip bir pratikle; özellikle duygusal açıdan yüklü düşüncelerin içeriklerini kimliğimiz olarak görüp, bilinçsiz reaksiyon gösterme alışkanlığından çıkarsınız. Olaylara daha net ve içten gelen bir dengeyle cevap verme şansınız doğar.
İLAÇ YETMEZ, TERAPİ ŞART Antidepresanların ve sakinleştiricilerin yanında, davranış terapisi, bilinç terapisi, yoga meditasyon, hayat tarzını değiştirmek (başlangıç olarak şeker, nikotin, alkol ve ağrı kesicileri azaltmak/kesmek), egzersiz de rahatlamanızı sağlayacak yöntemler arasında. Hatta on dakikalık bir ayak masajı bile alışkanlıkla gerdiğiniz kasları bırakmanıza ve bir zırha dönüşen vücudun çözülmesine yardımcı olur.
Elvan Demirkan
|