| |
Askerle polisin arası neden açık olsun ki?
Genelkurmay Başkanlığı'nın Eryaman'daki operasyonda gözaltına alınan kişiler arasında subayların da bulunduğunu "Basından öğrendik" içerikli bir nevi sitem havalı açıklamasını, bazıları "Askerle polisin arası açıldı" şeklinde yorumlayacaktır. Aynı açıklamanın sonunda şöyle deniyor: - Olaya adı karışan askeri personel hakkında Askeri Ceza Kanunu'nun 131'inci maddesinde yer alan, "Askeri malzemeyi gizlemek ve zimmetine geçirmek" suçundan Genelkurmay Askeri Savcılığı'nca yapılan hazırlık soruşturması üzerine Genelkurmay Askeri Mahkemesi'nce adı geçen 3 askeri personel tutuklanarak Askeri Ceza ve Tutukevi'ne konmuştur. Genelkurmay'ın açıklamasını değerlendirirken bir tercih yapmamız kaçınılmaz bu durumda. "Askeri personel" in gözaltına alındıklarının basından duyulması mı, yoksa bu personele ilişkin suçlamaların Askeri Yargı tarafından da kabul edilip bunların tutuklanması mı daha önemlidir? Eğer siz Türkiye'de kurumların karşı karşıya gelmelerini isteyenlerden yana iseniz, bu konuda sadece polisle askerin arasını açmakla yetinmeyebilirsiniz. Milli Eğitim Bakanlığı ile YÖK'ü, yargı ile yürütmeyi, Cumhurbaşkanlığı ile Başbakanlığı da, karşı cephelerdeymiş gibi sunmanız için, her türlü malzeme elinizin altındadır.
BASINDAN ÖĞRENMEK Ayrıca Genelkurmay'ın veya bir başka kurumun "Olayı basından öğrendik" içerikli açıklamasının benzerini, sayısız kurumdan veya meslek sahibinden duymanız mümkündür. "Andıç" ı da o andıçla hedef gösterilenler basından öğrenmemişler miydi? Veya yayınlanması yasak olan Milli Güvenlik Kurulu tutanaklarını da, çok kez basından okuyup öğrenmedik mi? Burada bir temel tercih yapmamız kaçınılmaz. Bir ülkede anayasal düzene yönelik eylem koyma girişimleri varsa, bunların öğrenilmesi mi yoksa öğrenilmemesi mi daha doğrudur? Veya demokratik bir ülkede "Siyasetin şeffaflığı" nı savunurken, "İdarenin kapalılığı" nı savunmak ne kadar tutarlı bir davranış olur? Türkiye'de en etkili kurumun "Çifte Standartlar Enstitüsü" olduğunu bilsek bile, davranışlarımızla bunu daha da güçlendirmekten herhalde kaçınmamız gerekiyor. Şu andaki iktidarın icraatını değerlendirmek için değil "Gizli niyeti" ni kanıtlamak için yapılan yayınları bir izleyin. Bunlardan gidilerek Türkiye'de bir "Şeriat tehlikesi" nin bulunduğunu vurgulayan medyatik yargıları bir hatırlayın. Buna karşı aynı kesimlerin, yasadışı eylemlerin planlandığı, hukuk dışı ilişkilerin açığa çıkartıldığı, cinayetlerin arkasındaki ellerin araştırıldığı ve tutuklamaların yapıldığı durumlar karşısında bile, "Olur böyle şeyler" veya "Bunlar siyasi komplodur" tutumu içinde bulunduğunu görmüyor musunuz? Bu tutum sonucu "Şemdinli olayı" nın arkasındaki gerçeği aramak yerine, buna ilişkin iddianamenin "Bir sivil darbe" olabileceği varsayımına takılmadık mı? Şemdinli'nin suçlusu olarak, ortaya görevinden alınan savcı çıkartılmadı mı?
TUTUKLANDILAR YA Genelkurmay'ın sitem içerikli açıklaması, söz konusu askeri personelin tutuklandığının vurgulanması ile bittiğine göre, askerle polis arasında bir gerginlik söz konusu değil. Neticede asker de polis de devletin güvenlik güçleri. Ana görevleri, anayasal düzeni, hukukun üstünlüğünü ve güven ortamını korumak. Devletin güvenlikten sorumlu kurumlarının birbirlerine karşıymış gibi sunulmalarındaki çarpıklığı, 27 Mayıs 1960 askeri darbesi ertesinde "Ordu-gençlik el ele" denilerek, polisin karşı cephede sunulmasında görmüş ve yaşamıştık. O dönemin yarattığı kargaşa, 1960'lardaki darbe girişimlerine ve 1970'lerdeki anarşi ortamına da dayanmadı mı? Ama bu konuda sorumluluk ne sadece askerlere, ne de sadece polise aittir. Madem ülkede demokrasi var, sivil toplum ve medya da sorumluluk taşımakta. Örneğin TÜSİAD, AB yolundaki çabaları, laik düzene gösterilmesi gereken özeni ve ekonomik istikrarın siyasi istikrara endeksli olduğunu haklı olarak vurgularken, mutlaka siyasetin ve idarenin şeffaflığını, hukukun üstünlüğünü de savunmalı ve "Çeteleşmeler" in tehlikesi hatırlatmalıdır. Neticede Komünist Çin'de de serbest pazar ve ekonomik istikrar var. Suudi Arabistan da dünyanın en serbest pazarlarından biri. Ama Türkiye kendisini Kopenhag Kriterleri içinde bulmaya kararlı, askeri de polisi de devletin emrinde, çoğulcu demokrasiye sahip bir ülke. Burada devletin kurumları birbirleriyle kavgaya itilir, şeffaflık tehlikeli ve demokrasi ile hukuk da rejime yönelik tehditler şeklinde gösterilirse, iş çığırından çıkar.
|