|
|
|
|
|
Çağan Irmak'ın gözde kadını
|
|
İstanbul Film Festivali Ödülleri'nde "Babam ve Oğlum" filmindeki rolüyle En İyi Kadın Oyuncu Ödülü'nü kazanan Şerif Sezer, ilerleyen yaşlarında da başrol oynayabilmek istiyor.
Kötü bir garsondu çok iyi oyuncu oldu
Tiyatro hayalleri suya düşünce evin ekmeğini kazanmak için uzun bir dönem garsonluk yapan başarılı sanatçı Şerif Sezer, 'O işte hep surat asıp durdum. Ama insanları çok iyi tanıdım' diyor.
Şerif Sezer tüm sinema sanatçılarımız arasında en sevdiğim, en yakınlık duyduklarımdan biridir. Onun bir erkek ismi taşımasıyla dalga geçmek için hep "Şerife" diye seslenirim. Çok uzun zamandır tanışırız, olasılıkla ilk filmini çektiği '70 sonlarından beri. Ama bir gazete söyleşisi için ilk kez bir araya geldik. Onu bilmem ama, ben çok mutlu oldum. 1946 doğumlu Şerif, Mudanyalı. Kökenleri Rumeli, Laz ve Gürcü karışımı. Demek ki o upuzun boy ve o bir ressama (elbette bir yönetmene de) sonsuz imkanlar tanıyan (ve bana kimi zaman Nuri İyem kadınlarını hatırlatan) yüz, böylesi bir karışımın sonucu. O kadar çok filmde Doğulu, Kürt kadınları oynadı ki... Ama Kürt kökeni yok. Ancak Doğu ile Batı'nın bir karışımı sanki. Bana vaktiyle rahmetli Onat Kutlar'n şöyle dediğini söylüyor: "Sen hem Kürt'e hem de Fransız'a benziyorsun!" 'YOL'
İLE GELEN ŞANS Ankara Devlet Konservatuvarı mezunu Şerif'in sınıf arkadaşları arasında Arsen Gürzap, rahmetli Alev Sezer gibi isimler varmış. İlk eşinin kazandığı bir burs nedeniyle çok genç yaşta Fransa'ya gitmiş, Fransızca öğrenmiş ve Vincennes Üniversitesi'nde tiyatro derslerini izlemiş. O aralar, yine artık hayatta olmayan Mehmet Ulusoy'a başvurmuş: Onunla çalışmayı hayal ederek... Ama Ulusoy randevuya gelmeyince, Paris'te tiyatro yapma düşleri suya düşmüş. Ülkeye dönünce öncelikle eş değiştirmiş, yani yeniden evlenmiş (ama o artık sonuncusu olmuş). Onun işi dolayısıyla İstanbul'a gelince, Ankara'da tiyatro hayalleri de suya düşmüş. Ve "evin ekmeği" için çalışmaya başlamış, çeşitli işlerde... En uzunu da Sheraton'da garsonluk: Tam dört yıl sürmüş. "Kötü bir garsondum, mizacıma uygun değildi. Bana 'Hep gülümse, hep nazik ol' diyorlardı ama ben surat asıp duruyordum. Ancak o işte çok şey öğrendim, insanları çok iyi tanıdım." "Seni o hayattan kim çekip aldı?" diyorum. 1978'de, Ergin Orbey'in genel müdürlüğü zamanında devlet tiyatrosu bir tür af çıkarmış; tüm eski mezunlarını çatısı altına çağırarak... Hemen başvurmuş ve kabul edilmiş. Ama, kader ağlarını örüyor elbette ve tam o günlerde, Leyla Özalp aracılığıyla Sinan Çetin'le tanışıyor: İlk filmini yapmaya hazırlanan, projelerle dolup taşan bir yönetmen... Önce "Kum" projesi varmış. O olmamış, ardından "Bir Günün Hikayesi"yle sinemaya adım atmış. Ardından "Yol" filmi gelmiş. Erden Kıral işi bırakıp Şerif Gören aldıktan sonra, yeni oyuncular aranmış. Yine Sinan Çetin'in çektiği resimleri Gören'e ve olasılıkla hapisteki Yılmaz Güney'e ulaşmış. Ama tiyatroda iki oyun birden oynadığı için, önce "Hayır" demiş. Israr etmişler (demek ki kader ağlarını örmeye devam ediyor), o da sonunda izin alıp gitmiş.
FİLMDE DAYAK O çekimleri unutmuyor. Bingöl- Elazığ arasında bir yerde dağlara çıkmışlar. Adam boyu kar... Ellerini yakın plandan çekerken, morarmış gözüksün diye karla oğmuşlar, o kayışla dövülme sahnesinde gerçekten dayak yemiş. Özellikle ayakları sık sık donma haline gelmiş. Yani Cannes'da Altın Palmiye alacak ve Türk sinemasının dünyada en ünlü filmi olacak yapımda oynamanın bedelini bol bol ödemiş! Sonrası, uzun bir sessizlik... Film ortada yok, Yılmaz kaçıp Fransa'ya sığınmış. Sonra aniden "sürpriz film" olarak çıkıp Cannes'da yarışıyor. Bir sabah kalkıyorlar ki, Altın Palmiye almışlar! Yıl 1982. "Sevinemedik bile... Ne gidebilmiştik ne de filmi görebilmiştik. Sonra kaçak video kasetleri geldi. İzledim, çok fena oldum. Tüm gece sahneleri o korsan kasette kapkaranlıktı." Ama bir yıl sonra Paris'e gitmiş, film hala sinemalarda. Dalmış sinemaya... Ve ilk kez filmin gerçek tadına varmış, çok mutlu olmuş: "Gözyaşları içinde izledim. Arkamda genç bir çift oturuyordu, 'Kadın ne iyi oynuyor' dediler. Bitince ödüm koptu, tanıyacaklar, 'Bir yıl geçmiş, kadın hala gelip filmini izliyor' diye düşünecekler sandım!"...
|
|
|
|
|
|
|
|
|