Kapitalizm ve Kayserili Kalvinist
Kapitalizm tanımlanması zor bir olgu. Pek çok sözlükte farklı tanımlar bulmak mümkün. Max Weber'in Türkiye'de yeni bir tartışma yaratan ve kapitalizmi Kalvinizmle ilişkilendirdiği tanımı bu kapsamda incelemek gerekir.
Kapitalizm, tanımlanması çok zor bir olgudur. Yalnızca İngilizce ansiklopedi ve sözlüklere bakıldığında bile bu güçlük kendini hemen ortaya koymaktadır. Örneğin Encyclopaedia Britannica'nın 2006 baskısında, "Serbest piyasa ekonomisi veya serbest girişim ekonomisi olarak da adlandırılır. Kapitalizmde üretim araçlarının çoğu özel mülkiyettedir ve üretim ile gelir dağılımı büyük ölçüde piyasa işlemleri aracılığıyla olur" biçiminde tanımlanmıştır. Oxford İngilizce sözlüğü ise, "sermaye sahibi olma; kapitalistin konumu; kapitalistlerin varlığını teşvik eden bir sistem" demektedir. Başka bir Oxford sözlüğü ise, "Bir ülkenin ticaret ve endüstrisinin devlet değil de, kar peşindeki özel kişiler tarafından kontrol edildiği ekonomik ve siyasal sistem" tanımını getirmektedir. Son olarak Merriam-Webster sözlüğünün tanımı şöyledir: "Toprak, fabrikalar, demiryolları gibi üretim araçlarının tümünün veya çoğunun kar peşindeki özel kişilerin mülkiyetinde olduğu ve başlangıcında tam rekabet koşullarında çalışan sistem."
TANIMLAR TUTARSIZ Kapitalizmin tanımı konusunda bir çok dilden çok sayıda sözlüğü kapsamına alan birçok tarama çalışması yapılmıştır. Ortaya çıkan sonuç şaşırtıcıdır. Bu tanımlar, birbirleriyle çoğu zaman çelişmektedirler. Bu durumda sözlüklerden medet ummaktan vazgeçerek, iktisat biliminin konu hakkındaki kazanımlarına bakmak ve Max Weber'in Türkiye'de yeni bir tartışmaya yol açan, kapitalizmi Kalvinizmle ilişkilendirdiği tanımı bu doğrultuda irdelemek gerekmektedir. Weber, ana hatları itibariyle, kapitalizmin çalışma hayatının rasyonelleşmesiyle geliştiğini, sermaye birikiminin de, dinsel öğretiden destek alan Kalvinistlerin çok çalışıp, israf etmeyerek yaşamaları sonucu gerçekleştiğini ileri sürmektedir. Oysa Weber'in kitabını yazdığından bu yana geçen yüzyıl içinde yapılan iktisat tarihi araştırmaları, sermaye birikiminin azla yetinen çalışkan Kalvinist burjuvalar sayesinde değil, 15. yüzyıldaki coğrafi keşifler sonucu başlayan Avrupa dışı kıtaların talanından, uzak mesafelerde yapılan devlet destekli tekelci ticaretten, Afrika'dan kitleler halinde Yeni Dünya'ya götürülen kölelerden, korsanlıktan, devlet savaşlarından, devletlere verilen borçlardan vb. kaynaklandığını ortaya koymuşlardır. Bu araştırmaların sonuçları değerlendirildiğinde, Weber'in aslında kapitalisti tanımlıyorum zannederek, bir cins esnaf ve tüccarı tanımladığı görülmektedir. Weber'in tanımladığı "Kalvinist" tüccar, bir kapitalist değil, kapitalizmle birlikte yaşayan, eski sistemin devamcısı olan bir esnaf, tüccardır.
FİRMALAR TEKELLEŞİR Kapitalizmin gerçek doğasına baktığımızda, onun bir rekabet sistemi olmadığı, aksine rekabetten nefret ettiği görülmektedir. Kapitalizmde firmaların eğilimi tekelleşme yönündedir. Piyasa serbesttir, ama piyasada söz sahibi bir firma oluşturmanın maliyetinin milyon dolarlar seviyesinde olduğu düşünülürse, zaten sermaye sahibi olanlar için serbesttir. Ayrıca serbestlik, devletin fiyat oluşumuna müdahale etmemesi anlamına gelmektedir. Yoksa isteyen istediği piyasaya giremez. Bunun yanı sıra, fiyat teorik olarak üretici ile tüketicinin, yani arzla talebin kesiştiği noktada oluşur deniliyorsa da, kapitalizmde fiyat piyasaya egemen firmalar tarafından kapalı kapılar ardında oluşturulur ve tüketicinin fiyatı değiştirme gibi bir olanağı yoktur. Bu arada mübadele ekonomisi ile kapitalizmi birbirine karıştırmamak gerekir. Malların para karşılığı mübadele edilmesi, tüm tarih boyunca yer alan bir olgudur. Kapitalizmin özelliği, belirsiz bir piyasa ve belirsiz bir tüketici kitlesi için üretim yapmasıdır. Bu durumda kapitalizmin amacı insanların ihtiyaçlarını karşılamak değil, karını olabilecek en çok miktara ulaştırmak için ihtiyaç yaratmaktır. Bu durumda, kola, sigara, sakız, moda ürünleri gibi milyonlarca ihtiyaç olmayan, ama arzu nesnesi haline getirilen mal yaratılır ve tüketici bunlara yönlendirilir. Oysa piyasadan gelen talebe göre üretim yapan firmalar, çapları ne olursa olsun, kapitalist değillerdir. Bunlar fiyatı belirleyemezler, ona maruz kalırlar.
TUTUCU GİRİŞİMCİLER Bütün bunların ışığında, "İslami Kalvinist" olarak nitelenen Kayserili firmaların hiç de kapitalist olmadıklarını söylemek mümkün hale gelmiştir. Çünkü bu firmalar, ne girdi (yani üretim için kullandıkları malzemeler) ne de nihai ürün fiyatlarını belirleyebilmektedirler. Öte yandan, bunların "bir Kalvinist gibi davranarak", yani azla yetinerek, çok tasarruf yaparak öz sermayeleri genişletmeleri de kapitalist oldukları anlamına gelmez. Bu noktada kapitalizmin başka bir özelliğinin işaret edilmesi gerekmektedir. Bu sistemde, piyasaya hükmeden firmalar uzmanlaşmazlar, karlı her alana yatırım yaparlar. Holdingler böyle oluşur. Bu durumda risklere karşı korunurlar. Ama uzmanlaşan firmalar, kriz durumunda batar ve azla yetinerek oluşturdukları öz sermayelerini de bir günde kaybederler. Ayrıca bu firmalar, her zaman uzmanlaşmamış kapitalist firmaların hükmü altında, onların kurallarına göre davranmak zorundadırlar. Öte yandan kapitalizm kredi demektir. Yani gerçek kapitalist başkalarının sermayelerini kullanarak onlara faiz ödeyen kişidir. Ancak Kayseri örneğinde, İslami duyarlılıkları yüksek muhafazakar müteşebbisler söz konusudur ve bunların faiz karşısındaki tavırları bellidir. Öyleyse "Kayserili Kalvinistler" ya gerçek Kalvinistler gibi faiz yasağını ortadan kaldıracaklar, ya da kapitalist olamadan büyük esnaf olarak kalacaklardır.
Mehmet Ali Kılıçbay
|