Ölüm unutuşu hatırlamaktır
Bir fotoğraf daha eksildi çocukluğumun anılar albümünden, annem ile yaşıt bir yakın akraba daha "hayat defteri"nin son sayfasını "ölüm"ün kara karanlık kalemi ile imzaladı. İzmir Karataş Ortaokulu'nda "Yurttaşlık Dersi" veren müdürümüz Garra Sarmat'ın iki öğüdünü hayatım boyunca unutmadım; birini yapmaya çalıştığım, ötekini beceremediğim halde. 1999 yılında yitirdiğimiz Garra Bey, yapay çiçeklere tahammül edemez, sınıfa plastik çiçek getiren öğrencilerini İzmir'in doğal güzelliklerinden söz açarak nazikçe uyarırdı. Hocamın bu öğüdünü yaşamım boyunca tutmaya çalıştım; bu kış günü de masamın ucunda bir dal fesleğen durmakta işte...
ÇOCUKLUK KAHRAMANLARIM Biz Türkler, göçebe bir toplum olduğumuz için, yazı ile pek muhabbetimiz yok. Belki de bu yüzden geçmişimizle ilgilenmiyor, mesela iki kuşak öncesi yakın akrabalarımızı dahi hatırlayamıyoruz. Benim mesela, artık annemin de babamın da dede ve ninelerinin adlarını öğrenecek bir kaynağa ulaşma şansım yok, bu yüzden de dede ya da ninemin anne ya da babalarından ötesinin adlarını bilmiyorum. Garra Bey'in biz öğrencilerine öteki tavsiyesi de şuydu: Şimdiden bir defter alın ve bulabildiğiniz "soyağacı"nızı bu deftere işleyin; bu defter sizden sonra çocuklarınıza kalsın ve kuşaktan kuşağa böylece aktarılsın... Bir bunu beceremedim. Annemin teyzesinin oğlu Sadullah Zandar'ın geçen hafta aramızdan ayrılışının üzüntüsü içinde bunları düşündüm bir de... Belki de bu yüzden çocukluğumun anılar albümünde yer almayanlar ile bir "ortak macera"mız bulunmamakta, ne onlar beni tanımakta, ne ben onları... Kimi çocuk kaptan, kimi pilot, en çok da itfaiyeci olmak ister, ama benim çocukluk hayalim uzun yol kara trenlerinde makinist olmaktı; çünkü Sadullah Abi makinistti. O çocukluk günlerinin başka kahramanları yok muydu? Mahalle kızlarının bakışlarını nazarlık misali gözbebeğinde taşıyan Orhan Zandar... Yüreğinin güzelliğini hiçbir kötülüğün örselemediği Yılmaz Civan... James Stewart'a benzeyen ve sarı-kırmızılı futbol takımı olarak Göztepe ile Galatasaray tutkusunu yüreğimize işleyen dayım Zeki Tozan... Üçünün de ömrüne ömürler katılsın... Ve sanattan spora hayatın bütün güzelliğini yüreğine nakşeden Yıldırım Civan, ki aklıma getiremediğim ölümünü çok sonraları öğrenecektim. Bir de Sadullah Abi'nin kızkardeşleri Nezihe ve Adviye ablalar... Nezihe Abla ki, İstanbul'a okumak için geldiğimde bana anam misali analık yapan bir güzel insan... Ne demiştim "Pusula" adlı şiirimde? "Annemin öldüğü yaşı çoktan geçtim/ suyun vefası ve acılar/-bir de gökyüzü/ çocuklarım olsa da // Babamın öldüğü yaştayım artık/gurbeti sıla, sılası hicran/- bir de yalnızlık/arkadaşım olsa da" Dedeler, ninelerden sonra annemin arkadaşlarını teslim alıyor ölüm ve ben de babamın öldüğü yaşa geldim işte... Ölüm, unutmak ve unutulmaktır diye tanımlanır anılar albümünde... Ölüm, unutmak ve unutulmayı da hatırlamak değil midir aynı zamanda.? Hayatın ve ölümün ne anlamı olurdu yoksa?
|