|
|
Elegan bir mekan... Banlieue 6080
Açıldığı gün, bütün İzzet Çapa markalı yerler gibi olay oldu... Gazetede, dergide, sosyetede herkes 'bir mekan bir mekan ki' diye birbirine anlatır oldu... 'Gittin mi gitmedin mi' sorularıyla bir anda Banlieue yine gündem oldu... Bizim Beşiktaş'ın eski yöneticisi Bahattin Demir ile İzzet'in ortak açtığı Banlieue'yü ben şarap gibi beklemeye aldım... Mekanlar da şarap gibidir... Çıkar çıkmaz mantarı açılıp içilmez. Önce alınır bir karafa konur... Hafif havalandırılır... Şarap şişeden karafa süzüldükçe, karafta oturdukça, şeklini şemalini bulur, lezzetlenir oturur... Mekanlar da, şarap gibidir... Açıldığı günlerde gidip karar verip yazarsanız, yanlış yaparsınız... Önce bir bakacaksınız... Nasıl müşteri tuttu? Sonra devam edeceksiniz... Yerine oturdu mu? Ağızda tat bırakıyor mu? Havalı mı? Bir tadan bir daha tatmaya karar veriyor mu? Yoksa eksantrik bir yer olarak 'one night stand' muamelesi mi görmekte?
* İzzet Çapa ilginç bir adam... Yaptığı mekanlar hep 'in' ama çoğunlukla sezonluk... Adamın ruhu yaratıcı... Monotonluğa çok yabancı... Ya bir süre sonra kendi yarattığı mekandan sıkılıyor... Ya da 'artık sıkılmışlardır çevredekiler' deyip yeni bir mekan yapıyor. Mekanlar bir sezon, iki sezon üç sezon, 'in' oluyor... Ama marka olmuyor. Marka olan hep, başka mekanlar yapan İzzet Çapa oluyor. Banlieue'de bu haliyle bir İzzet Çapa markası...
* Harbiye Açıkhava'nın yanındaki küçücük mekanı, ışık oyunları, aynalar ve iç dekorasyon trikleriyle öyle ferah bir mekan haline getirmişler ki; mimarına, "Gel bir de benim eve bak" dedim Ben öyle ayran gönüllü bir adam hiç değilimdir... Her gördüğümü kendime uyduracak budalalardan hiç olmamışımdır... Tersine, bu konularda çok da mesafeliyimdir... Ama görünen köy kılavuz istemiyordu Banlieue'de'de... Küçücük mekan, müthiş elegandı... Boğaz'ın üzerinde bir otel roof'unu andırıyordu... Ferahlık ve samimiyet, sıcaklık ve snobluk biraradaydı... Zengin bir samimiyet vardı mekanın içinde... Her halükârda müthiş çekici bir atmosfer vardı havada...
* DJ'in repertuvarı atmosfere tam uygundu. Böyle mekanlarda hep uygun olmayan bir şey olurdu... Doğrusu bu kadar ambiyansı güzel yerlerde yemekler istendiği kadar güzel olmazdı... Sohbet, gece ve şarap güzel geçerdi ama yemekler ağızda iz bırakmazdı... Aslında sanki bu eksiklik bu tür mekanlar için biraz da gerekliydi. Çünkü yemeklerin fazla güzel olması masadaki romantizmi öldürebilirdi... Sonuçta ambiyansıyla öne çıkan mekanı, lezzetiyle meşhur bir lokanta haline dönüştürebilirdi. Kanaat lokantası kadar olmasa da, gurmelerin yeri haline gelen bir mekan, gece alemine uzak kalabilirdi. Bunu bildiğimden, yemeklerin pek güzel olmayacağını tahmin ediyordum. Sonuçta İzzet Çapa markasının gurme kültüründen çok, gece kültürünün ustası olduğunun farkındaydım.
* Oysa Banlieue için bu tahminimde felaket yanılmıştım. Mekanları ve hayatları ne kadar bilirsem bileyim, hâlâ tahminlerimde yanılabileceğimi fark etmiştim. Bir seferinde 20 dakikalığına uğradığım mekanda, bir kıtır hamsili ekmek verdiler... Trabzonlu olan annemi bile kıskandırabileceklerini ispatladılar. Geçen gece yediğim Güney Amerika şiş isimli spesiyalite ise artık olayı aşmıştı. Banlieue'de her şey fazla güzeldi... Sohbete gitseniz, yemeklerin aşırı lezzeti sohbeti bozacaktı. Yemek yemeye gitseniz, o ambiyansta sadece tat alma duygusu tatminde insanı zorlayacaktı... Yemek öne geçince, o güzelim hava bozulacaktı... Lacivert gecede, Boğaz'ı seyretseniz, yemeyi seyredemeyecektiniz... Romantik olup sevgilinizi seyretseniz, mekanı tüttüremeyecektiniz... Velhasıl hepsi iyi olunca bir şeyi mutlaka eksik hissedecektiniz... Hepsini birarada yaşayamamanın eksikliği mekanın eksikliği olacaktı... Mekanın mükemmelliği, mekanın kusuru olacaktı... Her halükârda Banlieue benim bu sezonki favori mekanlarımdan biri olacaktır.
|