|
|
Annenin evdeki ofisi
"Ne iş yapıyorsunuz?" "Yazı yazıyorum." "Nerede?" "Evde." Bu ve bunun gibi konuşmaları haftada bir iki kere yapıyorum. İnsanlar nedense birbirlerinin pek çok şeyini merak ediyorlar, merak ettikleri meselelerin başında da "iş" var. Ama tabii benim işim birçok insana biraz tuhaf geliyor. Yıllar önce ev-ofisi olan bir Amerikalı'ya konuk olmuştum. Margaret sabah altı gibi kalkıyordu. Ben tabii o sırada mışıl mışıl uyuyor oluyorum. Margaret eşofmanını giyip koşuya çıkıyor, döndüğünde kendine portakal suyu sıkıyor, dört beş vitamini ağzına atıp duşa giriyordu. Margaret duştan çıktığında doğruyu söylemek gerekirse ben hala uyuyor oluyorum... O sonra makyaj yapıyor, giyiniyor ve evinin ofis kısmına şık bir şekilde geçiş yapıyordu. İşte ben tam bu saatlerde uyanmış oluyorum. Çay suyunu koyuyor ve kahvaltıyı hazırlıyorum. Kızıma iki dilim ekmek ve biraz da peynir yedirebilmek için birkaç takla atıyorum. Kızım, "tereyağlı olmasın" diye pazarlık yaparken ben de göz ucuyla gazetelere bakıyorum. Margaret o sırada ilk görüşmelerini bitirmiş, bilgisayarına birçok veriyi girmiş durumda. O mola verip de bir arkadaşını aradığı sırada saat 10.30. Benim kahvaltı sofrasını toplamam, kızımın aradığı bebekleri bulmam, giydirmem, tuvaletin ışığını defalarca yakıp kapatmam, evi süpürüp süpürmemeye karar vermem, yatakları toplamam lazım. Margaret o sırada kendi mutfağına girip light bir sandviç hazırlıyor kendine. İnsan bu kadın bu mutfağı nasıl bu kadar temiz tutabiliyor demeden geçemiyor. Ardından aklına başka sorular da geliyor tabii benim gibi yabancı bir misafirin; bu kadın evi ne zaman toplar, ne zaman süpürür, camları ne zaman siler, evde niye hiç dağınıklık yoktur falan... Ama yanıtlar net değil, Margaret'la bir hafta aynı evde kalmak yetmiyor yapbozu tamamlamak için.
ÇORAP ARAYIP YAZI DÜŞÜNMEK Neyse... Sonra ne oluyor? Margaret'ın oğlu büyümüş tabii, öğle yemeği hazırlaması gerekmiyor, kendi zaten hiçbir şey yemiyor. Ama ben hazırlamak zorundayım; kızımın son birkaç günde ne yediğini, ne yemesi gerektiğini, protein dengesini falan hesaplamak zorundayım. Margaret o sırada öğle yemeği için arkadaşıyla Starbucks'ta randevulaşmakta. Ben kargo görevlilerinin getirdiği kitaplara şöyle bir göz gezdirmekteyim. Kızım kitapları benden kapınca ocağın yanına koşturmak, dağılan oyuncakları tekrar bir sepete doldurmak, bütün bunları yaparken hangi kitap hakkında yazacağıma karar vermek, bir internet yazısında nelerden söz edeceğimi bulmak, kayıp çorapların nerelere gitmiş olabileceğini düşünmek ve hatta bununla ilgili komik bir şeyler yazabilir miyim diyerek bulaşık makinesini boşaltmak durumundayım. Margaret ve arkadaşıyla Starbucks'da oturmuşluğum var. Düzenli Oregon sokakları ve Oregon kadınlarının tam o Jim Carrey'nin Pleasantville filmindeki hayatlarının yanından teğet geçmişliğim var... Ama bütün bu gördüklerim bana hiçbir şey öğretememiş olacak ki, hiçbir işe yetişemiyorum. Belki Margaret'ın oğlu büyüdüğü içindir bunca düzenin nedeni. Gerçi hiç görüşmüyorlarmış ve çocuk bir tarikata girmiş vesaire... Margaret kahve molasını bitirip ofise döndü. Faks makinesine baktı, telefonlar açtı. Kağıtları, kalın kalın dosyaları, rahat bir çalışma masası, zımbası, makası, her şeyi var... Benim ev ofis ise bir diz üstü bilgisayardan ibaret. Arka odalarda bir yerde de yığınlarca kitabım ve arasam da bulamayacağım dosya kağıtlarım ve kalemlerim var. Margaret harıl harıl çalışmakta ofisinde. Pür makyaj, pür şıklık içinde. Saat beş oldu mu da kapatıveriyor ofisin kapılarını, olay bitmiştir. Birazdan ikinci kocası Phil ve Phil'in eski karısının yanında kalan çocukları gelecek. Margaret bir pizza ısmarlayacak, çocuklar kendi tabaklarını kendileri çıkartacaklar dolaplardan. Yemeklerini yiyince babaları onları geri götürecek ve sonra Margaret ile Phil birbirlerine sarılıp film izleyecekler. Ben asla saat beşte kapatamayacağım bilgisayarımı. Kızım öğle uykusundayken şimdi olduğu gibi kafamı toplayıp yazı yazacak, ardından da bir daha ne zaman müsait olursam o zaman oturacağım yazılarımın başına. Bir ev-ofis disiplini kuramayacağım belli ki, bir Oregonlu gibi çalışamayacağım...
ECE ARAR EMENER
|