Vapurlar, martılar, simit
İçinden deniz geçen kent, İstanbul... Kentin içinden geçen Boğaz'ın iki yakasını birbirine bağlayan vapurlar... Vapurlara eşlik eden martılar... İstanbul'un, başka diyarlara gidildiğinde belki de en çok özlenen lezzeti olan simitler... İyi havalarda vapurlarda "açığa" oturmuş, yol boyu martıları besleyerek bu tanrısal kentin keyfini çıkaran yolcular...
*** İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş'a İstanbul'un en temel üç sorununu soruyorum... İstanbul'un o kadar çok yüzü var ki, Belediye Başkanı "baktığımız yere" göre sorunun da değiştiğini anlatıyor... Varoşların işsiz ve becerisiz genç nüfusu için temel sorun başka, sayısı çok azalmış olsa da hala susuz yaşayanlar için başka... Ortalama çoğunluk için ise iki temel sorun var gibi, biri ulaşım, diğeri deprem...
*** Ulaşım sorununu konuşurken, İstanbul'da "hareket halindeki" nüfusun on milyon civarında olduğunu öğreniyoruz... On milyonun hareket halinde olması, büyük metropollerle kıyaslayınca pek de kımıldamayan bir kent demekmiş... Daha cevval şehirlerde hareket kent nüfusunun üç, dört misli bir rakama ulaşırmış... Demek ki İstanbul'da yaşam nitelik ve kalite kazandıkça, hareket daha da artacak... Bugünkü trafiğin halini düşününce koyu bir kabus gibi...
*** Vapurlar konusu da burada devreye giriyor... Kentte gün içinde hareket eden on milyon insanın sadece üç yüz bini vapurları kullanıyormuş... Çaya, simite, martıya, denizden İstanbul'u seyretmenin hazzına rağmen sadece yüzde üç bu keyfi tercih ediyor... Kadir Topbaş bunun en azından bir milyona çıkarılması gerektiğini, eski vapurların buna müsait olmadığını söylüyor... Biz, ihtiyaçları anladığımızı ama İstanbul'un simgesi olan o eski vapurlardan tümüyle vazgeçmenin doğru olmayacağını söylüyoruz...
*** İstanbul gibi bir kentte hayatın denize bu kadar uzak olması belki de göç eden yığınların çoğunluğunun kendini hiçbir zaman İstanbullu hissetmemesinden kaynaklanıyor... Denizleri kullanmakta isteksiz olduğumuzu söylerken kentteki otomobil sayısının da gelişmiş ülkelere oranla çok düşük olduğunu da anımsatmak gerekir... Bin kişiye düşen otomobil sayısı İstanbul'da 180... Bu rakam 2004 yılında 130'muş... Hızlı bir yükseliş var ama Batı metropollerindeki seviyenin çok altında... Oralarda büyük kentlerde bin kişiye düşen otomobil sayısı 450 civarında...
*** Araba yoğunluğuna rağmen oralardaki trafiğin görece iyi olması, herhalde toplu taşımadaki gelişmişliğe bağlı... Bizde, Tünel'deki tarihsel mini metro da dahil metroyla toplam gidip geldiğimiz yol 47 kilometre... Metrosunu bir asır önce yapan Paris'te metronun sardığı mesafe 450 kilometre, New York'ta ise 800 kilometre... Şimdi yeni otobüs alınmış ama metro gibi pratik bir ulaşım aracının, diğer Batılı kentler düzeyine gelmesi kolay değil...
*** Vapurlar... Otobüsler... Metrolar... Arabalar... İstanbul'un ulaşım sorunu ne olacak? Başkan Topbaş, yeraltından derin bağlantı noktalarıyla bu sorunu döneminin sonuna kadar hafifletmeyi planlıyor... Planlama ile yaşam ne kadar uyuşur, bakıp göreceğiz...
*** Bir diğer temel konu olan depreme, pazar sabahı girmenin anlamı yok, kentteki toplam 1.4 milyon binanın yüzde 30'u çürük çünkü... Siz vapurları, martıları, simiti düşünün... Yaşam kıvancı hiç olmazsa bu sabahlık artsın yeter...
|