Yüce Divan
Son zamanlarda özellikle Galataport, özelleştirme ihaleleri gibi konularda hükümetin gerek Bakanlar Kurulu kararı şeklindeki kurul olarak verdikleri kararlar, gerek tek tek bakanların tasarrufları hakkında sıcaklığı artan tartışmalar yaşandığına tanıklık ediyoruz. Tartışmalarda eleştiri oklarının yöneldiği bakanlar hatta bizzat Başbakan, kendilerinin siyasi "takdir" haklarına dayalı bir savunma argümanı geliştiriyor. Bu argümanın temel dayanağı, "Madem ki, yasa ve ulusal irade bir konuda takdir hakkını bana-bize verdi, o halde bu hakkı özgürce kullanabilirim" şeklinde özetlenebilir. İlk bakışta mantıklı ve tutarlı bir argüman. Gerçekten siyasi takdir hakkının söz konusu olduğu durumlarda, demokrasinin ve güçler ayrılığı sisteminin bir gereği olarak hükümet veya tek tek bakanlar siyasi takdir hakkına sahip olmalıdır. Çünkü, ulusal irade siyasi parti ve adaylarına bu takdir hakkını kullanmaları için yetki vermiştir. Peki "siyasi takdir hakkı" nın şu veya bu yönde kullanılmasının denetim mercii neresidir veya neresi olmalıdır? Eğer, bu takdir hakkı kullanılırken "akçeli" ilişkiler söz konusu değilse ya da bir baskı veya zor uygulama gibi Ceza Kanunu'nun açıkça suç olarak öngördüğü bir husus mevcut değilse, takdir hakkının denetlendiği yer ancak siyasi mecralar olabilir. Ya bakan söz konusu olduğunda başbakan veya sandık denetimi yoluyla ulusal irade. Bunun dışında siyasi takdir hakkını Cumhuriyet Savcıları'nın denetimine, bir diğer deyişle Yüce Divan denetimine tabi kılmanın açıklanabilir bir tarafı olamaz. Bugünkü hükümeti oluşturan çeşitli bakanların veya Başbakan'ın açıklamalarının doğal sonucunun bu olması gerekir. Ne var ki, gerçekte paradoksal bir durum yaşanıyor. Bizzat AK Partililer'in kendileri soruşturma izni verip vermeme gibi açıkça yasal takdir hakkı ile ilgili bir konuda ve üstelik soruşturma izni verilmiş olmasına karşın, "Soruşturma izninin geç verildiği" gerekçesiyle bir eski bakanı Yüce Divan'a göndermekte bir beis görmediler. AK Partililer, bu bakanı görevi kötüye kullanmakla suçladı. Siyasi takdir hakkını Cumhuriyet Savcıları'nın denetimi altına sokan bu işlemin, her şeyden önce kendi yönetim takdir haklarını da Cumhuriyet Savcıları'nın denetimine soktuğunu ya görmediler ya da "Nasılsa biz çoğunluğuz, bizim istemediğimiz bir kişi Yüce Divan'a gitmez" gibi bir gerekçeye dayandılar. Ama bu iki gerekçe de inandırıcılık ve ahlaki tutum zafiyeti taşıyor. Bugün çoğunluksunuz ama yarın azınlık olmayacağınızın bir garantisi yok. Ve bugün selefiniz kişileri Yüce Divan'a gönderme gerekçeleriniz yarın size karşı kullanıldığında "güçler ayrılığı, ulusal iradenin üstünlüğü ya da hükümetin yönetme hakkına saygı" gibi kavramları ileri sürme hakkına sahip olamazsınız. Kısacası AK Parti bir bumerang fırlatmıştır, bunun kendisine dönüp dönmeyeceğini zaman gösterecektir.
|