Seyirci olmanın dayanılmaz hafifliği
İstanbul... Deniz kenarında denize hasret kent. Sağa baksan yalnızlık, sola baksan sıradanlık... Ama insanın aklını başından alacak kadar güzel ve alımlı. İstanbul'un ardında yüzyıllara dayanan bir kültür birikimi var. Bu kültür hazinesinin aydınlattığı kentin gölgesi ruhumuza yansımıştır. Aşk, insanı bir gölge tiyatrosu perdesine dönüştürür. Zihninde kurduğun, bir düşünceye dönüştürdüğün, taptığın sevgilinin gölgesinin yansıdığı bir perdeye. Bedene can veren düşüncedir. Düşünceye saygı, kendinden başkalarını anlamaya, onlarla iletişim kurmaya, onların öyküleriyle ilgilenmeye yöneltir insanı. Öykülerdir insanları düşündüren ve eğlendiren. Bütün sanatların amacı doğayı, insanı, dünyayı anlamaya, öğrenmeye, keşfetmeye, değiştirmeye ve yenilemeye dönüktü. Müzik, resim, şiir, heykel, kukla, tiyatro, dans, sinema dediğimiz, zaman zaman ayrışan, zaman zaman içiçe geçen dilleri yarattı insanoğlu. Sanat bugün de dün de yaşamın sıkıntılarını göğüslemesi, yalnızlığı yenmesi için hep yanıbaşında durdu insanoğlunun. Dünyadan geçmek bir meydan okumadır. Sanat meydan okuyanları taçlandırmak için vardır. Sanatla içiçe bir yaşamı seçenler tacı kendileri takar başlarına... Yani demem o. Demek ki: Şu ele avuca sığmaz, başıbozuk kentin yararlanılacak nimetleri de var. Tiyatroları, sinemaları, balesi, operası. Vahalar var insanın içini ferahlatacak; dayanma gücü verecek. Dinlenip soluklanacağınız, içinizi durulaştıracak vahalar. İstanbul bütün sıkıntılarına karşın, dillere destan bir dünya kentidir. Örneğin Paris de öyledir Roma da. İstanbul onlar gibi güzelliklerini ortaya sermez... Saklamıştır. Bir kapının, bir duvarın, bir perdenin arkasına... O perdeyi aralayıp arkasına bakacak olursanız, içinizi ferahlatacak vahalarda bulursunuz kendinizi. Tiyatro bu vahaların en heyecan vericilerindendir. Seyirci de oyuncular kadar önemli bir öğesidir tiyatronun. Yaratım sürecinin, oyunun bir parçası olursunuz orada. Bazen de açarsın kapıyı arkası bomboş. "E, hani burada bi şey vardı, yok" Yok ya... Sizi mi bekleyecekti hep. Güzellikler bekletmeye gelmez. Bahar gibidir güzellikler... Gelir... Sonra gider. Her bahar gelir mi o da belli olmaz. Seyirci olmanın dayanılmaz hafifliğini ve büyüsünü yaşamak için daha ne bekliyorsunuz? Aralayın perdeyi... Geçin arkasına... Dikkatle izleyin gösterileri. Gülün eğlenin... Sonra siz de gider başkalarına anlatırsınız. Ya da bir dal parçasına, iki yaprağa, bir mendile, iki çatala, bir kaşığa yonttuğunuz bir kuklacığa düşüncenizle can verip öyküler anlatırsınız... Sahnenin rüzgarı şişirdi mi düş gücü teknesinin yelkenlerini, ister dolaşırsın 15. yüzyılda, ister fırlarsın gökyüzüne, yıldızlara, aya bakmaya... Var mı ötesi, düşgücü denizlerinin korsanıdır seyirciler ve oyuncular. İstedikleri limana demir atar. Ne bekliyorsunuz seyirci olmanın dayanılmaz hafifliğini yaşamak için.
|