| |
|
|
İki haber ve bir ders
Türkiye'de gazetecilik zor. Çünkü burada, demokratik kurumları ve gelenekleri kökleşmiş ülkelerde olanın aksine, halka yalan söyleyen, bilgileri örtbas edenler, bu ortaya çıktığında halk tarafından aforoz edilmiyor, itibar ve mevki kaybına uğramıyor. Tabii yalanın ve dolanın faturası da çoğu kez bunlara aracı olan basına çıkıyor. Böyle bir ortamda, gazetecinin gerçeği kovalaması ve anlaması hiç kolay değil. Halkın güvenini kazanmak için zora koşulmak gerekiyor. Yani... Her söylenenin üstüne "aman bu okunur" diye atlamamak... Tek kaynaktan gelenlere "ya yalansa" diye şüpheyle bakmak... Başka kaynaklardan hadiselerin başka veçhelerini öğrenmek... Her bilgiyi kontrol etmek... Hikmet Fidan davasını hatırlayalım. PKK tarafından öldürüldüğü söylenen bu "muhalif Kürt" adına ailesi tarafından açılan davaya katılan bazı avukatların PKK tehditleri nedeniyle çekildiğini, bazı kaynaklara dayandırarak Sabah manşet yapmıştı. Sonra, bu avukatlardan biri, "haber yalandır" demişti. Ben de bu köşede "Bu haberin doğruluğuna ikna oldum. Görülecektir, dava günü haber teyit edilecek, eğer avukatlar katılırsa bu haber yüzünden fikir değiştirmiş olacaklar" diye yazmıştım. Bu nedenle birkaç okurdan eleştiri de aldım. Ama, öngördüğüm gibi, anılan avukatlar davaya katılmadı. O haberi hazırlayan muhabirler işte o "zor"u başarmışlardı.
Vakit kaybı Geçen hafta okurlardan " Soyulan Amerikalı Albay" haberleri ile ilgili tepkiler de aldım. Biri, "Siz Amerikalı'nın doğru söylediğini nereden biliyorsunuz" diye yazmış. Basınımızın bilinçli "hata"sıdır: Biri bir kuyuya taş atar, sonra 40 kişi bu taşı çıkarmaya uğraşır, gibi bir durum. Emekli bir Türk subayı, az sayıda kişinin tanık olduğu bir olayı "subayı soyduk, elinden silahını aldık" diye anlatıyor. İyi bir muhabirlik işi. Tamam. Peki, ya bu subay yalan söylüyor, hayal ürünü laflar ediyor, abartıyorsa? Olayın diğer "aktörleri" ne diyor, tanıklar ne söylüyor? Haberde ilk gün bu "diğer görüş"ler yok. Dolayısıyla okur, "masal" olma ihtimali yüksek bir anlatımı "gerçek" gibi algılıayabilir. Ertesi günden itibaren "kuyudan taş çıkarma" başlıyor. Korucu "albay kendi soyundu" diyor. Sabah, hem o Amerikalı subaya ulaşıyor, hem de Genelkurmay'dan "aslında ne oldu?" sorusunun yanıtı öğreniliyor. Bu arada kamuoyu üç dört gün vakit kaybediyor. Oysa.. İşini bilen bir iki editör çıkıp "bu haber eksik, şuralardan teyit edilmeden, şu şu görüşler olmadan gazeteye giremez, bu bir ilkedir, nokta" dese, okurlar rahatlayacak. Mesele, okurun zekâsına saygı meselesi. Duygularla oynamak marifet değil. Marifet, doğru bilgilerle aklı buluşturmak. "Albayı soyduk" haberi bir ders olur mu? Keşke...
|