Muhafazakâr neyi muhafaza eder?
Osmanlı'nın çözülmeye başlamasıyla birlikte her geçen gün daha fazla sayıda insanımız ' büyük bir millete mensup olma duygusu'nu yitirmeye devam ediyor. Ülke için derin yılgınlık uyandıran budur, AB ile müzakerelerin daha da zorlaştırılmış şartlarda başlayacak olması değil. Zira yeniden yücelme yeteneğinin mayası, ' daha önce çıktığım zirveye tekrar yükselebilirim' dedirten fikir kıvılcımıdır. Hamaset köpürtmeyen, bireye özgüven aşılayan kıvılcım... Öncesi ve sonrasıyla 3 Ekim faslında gördük ki büyük bir millete mensubiyet duygusunu yitirenler kervanına muhafazakâr kesimden de yoğun bir katılım var. Bunların bazıları ise sırf siyasi şartlanmaları ve ikbal hesapları yüzünden bilinçli bir şekilde o özgüven kaynağı büyüklük duygusunu yüreklerine hapsediyorlar. Fakat o duygu göğüs kafeslerinde canlı kalmıyor, boğuluyor. AB ile müzakerelerin hayli tartışmalı şartlar çerçevesinde başlamasını zafer olarak algılayabilen ve öyle algılanmasını isteyebilen şu veya bu ölçüde eğitimli bir muhafazakâr kendi kimlik bilincine ihanet ediyor. O kimlik bilinci; çok derinlerden gelmese de, mesela Selçuklu birikimini hazmetmese degök kubbede hoş seda olarak yankılanan Osmanlı haşmetinden miras alınmış bir özgüven dinamiğidir. Bu manzaradan acı duyabilmek için, bir kere birincilik kürsüsüne çıkmış yarışmacının ikincilikle gurur duyamayışını yaşamak veya hayal etmek şarttır. Eğer bütün ruhunuzla daha önceki birinciliği özümsemiş değilseniz sıradan derecelerde de takla atabilirsiniz. Onun içindir ki, ülkenin bütün ' yükseltilen değer aydınları'nca alkışlanan bir diplomatik uzlaşma faslıyla övünebilen muhafazakârları şaşırtıcı bulmuyorum. Özellikle de, kimlik derinliği açısından ' Osmanlı Altın Çağları' ile özdeşleşme sorunu yaşayan muhafazakârların kendi sıradan veya yalancı başarıları ile bayram etmelerini yadırgadığım yok. (O özdeşleşme sorunu, her hangi dereceden devşirilmişlikle de ilgili olabilir; millet ile ümmet kavramlarını eşit saymakla da...) Ve nihayet, sıradan gelişmelerle böbürlenmeyi önleyecek vakardan nasiplenmek için herhalde siyaset dünyasında bulunmamak; ayrıca ' himmetini âli tut' dedirtecek kadar ' engin gönül' sahibi olmak şarttır. Doğrusu; Kurtuluş Savaşı'nı dahi bayramla kutlamayı, büyük bir millet için yakışıksız bulan biri olarak AB yolunda herhangi bir aşamayı zafer ilan etmenin gülünçlüğüne dayanmakta zorluk çekiyorum. Elbette ' kurtuluş' güzel bir şeydir. Fakat ülkesini koruyamayacak kadar zavallılaşmış olmak, kurtuluşun güzelliğiyle gurur duymayı imkânsız kılacak kadar ağır bir acıdır. Ne var ki, büyük millete mensubiyet duygusu adına bütün bu 'acımasız' bakışıma rağmen AB maceramızda girdiğimiz son aşamayı felaket de saymıyorum. Evet, bize ölüm satmaya kalkanları ikna ettik ve sıtma satmakla yetinmelerini sağladık. Böylece doğal veya yapay biçimde AB ile bağlantılı sayılabilecek Kıbrıs, Ermeni iddiaları ve bölücülük gibi konularda işimizi önceki aşamalara nazaran daha da zorlaştıran bir pazarlık dönemi geçirdik. Fakat buna rağmen Kıbrıs'ı kaybetmemek, Ermeniler aracılığıyla kurulan tuzağa düşmemek ve bölünmemek tamamen bizim elimizdedir. O yüzden, 3 Ekim faslının başlangıcında dik durup sonunu getiremediğimiz ve kelime oyunlarıyla avutularak önceden verilmiş tavizlerin pekişmesini içimize sindirdiğimiz için esef etmem. Zira büyük millete mensubiyet duygusuyla en kötü gününde dahi ' Kurtuluş Savaşı' kazanmış bir toplum bu tavizleri sinek vızıltısı düzeyine indirebilir. Esef ettiğim ' bende bir büyük millete mensubiyet duygusundan eser kalmamıştır' dercesine bu küçük günleri bayram ilan etmektir. Muhafazakârlarımızın neyi muhafaza ettiklerini anlayamaz oldum. Milliyetçilerimizin muazzam ' millet sevgisi' iddialarına rağmen kendi içlerindeki muhaliflere yönelik nefretlerini anlayamadığım gibi!
|