Özal ölüm duygusunu yaşamasaydı..
Tarihin akışını tek bir olay, tek bir kişi ya da "tek bir kişinin iradesi" değiştirebilir mi? Belki evet, belki hayır.. Tarih ırmağı kendi mecrasında akarken tek bir kişinin; hızını, yönünü ve debisini değiştirmesi mümkün olabilir mi? Belki evet, belki hayır.. Sular döküleceği deltaya yine varır belki.. Ama ne zaman?
Türkiye 3 Ekim'de tarihi bir virajı dönerken, o viraja "tarihin gaz pedalı" na basarak yaklaşılmasını sağlayan "adam"ı hatırlamamak olur mu? Bu köşede bir kere daha yazmıştık, ama, madem ki tam zamanıdır; yeniden ve ayrıntıyla hatırlatmanın tarihe kayıt düşmek adına önemli olduğunu düşünüyoruz. 1987 Mart'ıydı.. Houston'da "bypass" ameliyatı geçiren Başbakan Özal, iyileşme dönemini de, yine aynı kentte, ameliyat olduğu hastanede geçiriyordu. Biz de oradaydık. Hastaneye bitişik otelde.. Tam iki ay süreyle "Özal'ın 24 saati" ni izleyen altı gazeteciden biriydik. Bir gazetecinin meslek yaşamındaki en büyük şansı, bütün "resmi ritüel" lerin sıfıra indirildiği bir atmosferde, ülkenin "bir numaralı adam" ıyla birlikte uzun saatler geçirmek olmalıydı. Aranızda, ikinci, üçüncü kişiler; özel kalemler, danışmanlar filan yok.. Siz ve o! Üstelik üzerinizde, lacivert takım elbiseler, kravatlar filan da yok; rahat eşofmanlar ya da spor giysiler yalnızca.. Sizin ve onun! Özal her sabah, otelin spor salonunda yürüyüş ve egzersiz yapıyor; biz de onunla birlikte "mecburen" sağlıklı yaşam sürdürüyoruz. Sonra çaylar geliyor ve spor salonunda uzun sohbetler başlıyor.. Küçük teybimizi, Özal'ın isteği üzerine bazen kapatıyor, bazen açıyoruz.
Houston'daki sıradan sabahlardan biriydi. Spor bitmiş, sohbete başlamıştık.. Özal, herkesi olduğu gibi bizi de konuşmalarıyla şaşırtmayı seviyordu. Ama o gün farklıydı. Çok heyecanlıydı. "Günlerdir düşünüyorum, geceleri uyku tutmuyor. Ölümümü de düşünüyorum. Ölüme her zamankinden fazla yakın olduğumu düşünüyorum. Allah'ın takdiridir. Ama memleketim için bir şeyler yapmak istiyorum. Türkiye'yi değiştirmek istiyorum." Önemli şeyler söyleyeceğini hissetmiştik: " Bu yapacaklarımız çoğunun hoşuna gitmeyecek.. Birçok kişi, önümüze çıkacak.. Yolumuzu kesmeye çalışacak.. Alışmadıkları, konuşmadıkları şeyleri telaffuz edeceğiz.. Bizi hain olmakla da suçlayacaklar.. Ama kararlıyım.. Tabuları yıkacağız .. Türkiye'yi değiştirmek istiyorum." Bombayı sona saklamıştı: " Bütün bunların yolu AB'ye girmekten geçiyor . Dün gece sabaha kadar düşündüm ve kararımı verdim: Türkiye'ye döner dönmez AB'ye tam üye olmak için başvuracağım . Neye mal olursa olsun !" 3 Ekim'deki tarihi viraja giden yolda; " en kritik" kararın ne zaman ve hangi koşullarda verildiğini bilen gazetecilerden biri olarak; o günkü heyecanı bugün de duyduğumu söylemeliyim. Bugün için sıradan gibi görünen bu konuşma, o gün için "tarihi" sıfatını sonuna dek hak ediyordu. Çünkü, tarihin hızı ve yönü; o sabaha karşı, ölüm duygusunu derinden hisseden "adam" ın düşünceleriyle değişmişti. Biliyoruz. Siz de, bir kez daha bilin istedik...
|