| |
Diyarbakır-Söğüt hattında Erdoğan
Terörü kınamayan, hatta terör eylemlerine sahip çıkan, şiddeti ve ayrılığı körükleyen bir siyasi parti muhatap alınmamalı... Demokrasinin kendini koruma hakkı adına buna inanıyorum.
Başbakan Erdoğan'ın dün Söğüt'te yaptığı konuşmanın metnini önümüze koyduk. Sonra arşivimizden ünlü Diyarbakır konuşmasının çözümünü çıkardık. Mesajları karşılaştırdık. Sonuç? Birinde Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş ilkelerine, üç anayasasının (1924, 1961, 1982) ruhuna uygun açılım var. Diğerinde ise çözümü Osmanlı modelinde aramanın ipuçları. Erdoğan üç hafta önce Diyarbakır'da "Kürt sorunu bu ülkenin başbakanı olarak herkesten önce benim sorunumdur" dediği konuşmasında, "çözüm"ü şöyle anlatmıştı: "Biz büyük bir devletiz ve millet olarak bu ülkeyi (yani Türkiye Cumhuriyeti'ni) kuranların bize miras bıraktığı ilke (olan) anayasal düzen dahilinde her sorunu daha çok demokrasi, daha çok vatandaşlık hukuku, daha çok refahla çözeceğiz." Peki, Osmanlı İmparatorluğu'nun mayası Kayı boyunun Söğüt'e yerleşmesinin yıldönümü dolayısıyla dün yapılan törenlerde ne mesaj verdi Erdoğan? Konuşmasından birkaç cümle aktaralım: "Aramızdaki kardeşlik bağı başı ve sonu ebediyete uzanan sarsılmaz bir inanç tan kaynaklanmaktadır. Biz, yeryüzünde fesat çıkaranlara, nifak tohumları ekenlere karşı yüzyıllar boyu aynı kalp atışlarıyla, aynı ulvi nidalar etrafında, aynı ufka göz dikerek bir araya geldik. Devletimizin kudreti insanı yüceltmek oldu. Medeniyetimizin felsefesi insana hizmet oldu. Yüzümüz sonsuzluğa bakarken, el ele, gönül gönüle olduk. Hiçbir zaman kavmiyet davası, kabile davası gibi cahiliye gelenekleri ayağımıza zincir olmadı, olamadı. Biz, o davaları bin yıl önce aştık. Çatışma alanlarını değil, uzlaşma alanlarını, kardeşlik zeminini yükselteceğiz. Milletin maneviyatını kırmak isteyenlerin hevesleri kursaklarında kalır. Her zaman hatırlatmaya çalıştığımız bir gerçek var, ecdadın manevi şahsı bu millette, bu milletin tek tek evlatlarında yaşamaktadır. Biz bu inançtayız. Biz asırlardan beri kardeşiz ve ebediyen kardeş kalacağız.''
Din mi, demokratikleşme mi? Diyarbakır'da modern Türkiye Cumhuriyeti'nin ulus devlet ilkelerine dayalı "Anayasal vatandaşlık" vurgusu, Söğüt'te ise Osmanlı'nın din birliği temelinde yükselen -tebaa demeye dilimiz varmıyor- günümüz koşullarına yabancı (imparatorluklar çoktan tarihe karıştı) kriterlerine gönderme. Aynı dinin mensupları olmak insanları barış içinde ve bir arada tutmaya yeterli olsaydı, bugün Irak federatif yapı arayışlarına girmezdi. Araplar onlarca devlet kurmazdı. Haydi biraz daha uzağa gidelim; Endonezya'da aynı dini paylaştıkları halde Aceh halkı isyan etmezdi. Uzun sözün kısası, Erdoğan, Diyarbakır konuşmasındaki açılımı Söğüt'te geri aldı. Bunda son Milli Güvenlik Kurulu toplantısının ne ölçüde etkili olduğunu kamuoyunun takdirine bırakıyoruz. Ve bir noktayı vurgulamakta yarar görüyoruz: Bizim Diyarbakır açılımına asla itirazımız olmadı. Anayasal vatandaşlık şemsiyesi altında kültürel çoğulculuğu hep Türkiye'nin zenginliği olarak gördük. Biz yalnızca Erdoğan'ın "Kürt sorunu benim sorunumdur" dedikten sonra sanki içinin doldurulması gereken bir boş kovanı masaya koymuş izlenimi yaratmasını ya da en azından kamuoyunda böyle bir beklentinin doğmasına kayıtsız kalmasını eleştirdik.. Erdoğan dün Söğüt'te Osmanlı modeli barış yerine AB kriterlerini, o kriterlere ulaşmak için açılan demokratikleşme paketlerini ve de o paketlerin Türkiye'yi ne denli değiştirdiğini anlatsaydı, çok daha anlamlı ve yararlı mesaj vermiş olurdu. Yanılıyor muyuz?
|