Elimde bant var!
Medya yöneticilerinin hakikaten samimi bir karar vermesi lazım. "Başka türlü aydınlatılması kesinlikle mümkün olmayan ve aydınlatılması kamu yararı açısından elzem olan" olayların dışında... Şunun bunun video kayıtlarını, telefon konuşmalarının bantlarını, özel hayatların zaaflarını, saldırıya uğradıkları anları yayınlamaları doğru mu, değil mi? Kendi başlarına gelmesini asla istemedikleri... Başlarına gelince; özel hayatın kutsallığını, haberleşmenin gizliliğini, yasadışı dinleme ve görüntü alma suçunu hatırladıkları bu meselede gerçekten samimi olacaklar mı? Birisi sırf şöhretli diye... Birisine sırf gıcık oldular diye... Birisi hakkında birileri böyle yayın istedi diye... Ne bileyim, toplumun röntgenci reytingci piyasası bunları tüketiyor diye... Herkese dokunamadıkları, herkese bindiremedikleri "sözde cesur" medya ortamında, dokunabildikleri, mıncıklayabildikleri bedenleri, sesleri, hayatları mütecavizle birlikte taciz edecekler mi; müsait pozisyonlarda tecavüze yeltenecekler mi, tecavüzle bile yetinmeyecekler mi? Bir karar versinler... Benimseyelim yahut benimsemeyelim ama... Net bir karar versinler. Sözde etikçi olmuş, sözde ibret olmuş, sözde ders çıkarmış, sözde konseyler kurmuş, sözde ilkeler yayınlamış gibi yapıp ardından zırt telefondaki ses, zart videolarda kendinden geçmiş beden saçmasınlar ortaya. Ayıplar gibi durup tacizci, tecavüzcü, şantajcının bir kere yaptığını "basın ve yayın yoluyla" bin kere yapmasınlar. Ceza kanunlarının "basın ve yayın yolu" maddelerini haklı çıkarmak için kıvranmasınlar. Bir karar versinler. Okur da, izleyici de, ahlakçı da, röntgenci de, tacizci, şantajcı, derin devletçi, telekulakçı da bilsin. Bilsin ki, bu medya, kardeşim, yakaladı mı parçalar; kendisini, dostlarını, birtakım kudretlileri gizlerken, yakaladığını oyar. Ya da bilsin ki... Olmuştur çok kere; lakin artık olmayacak, bu puştluk dünyasına bir de medya; ortak, kışkırtıcı, tüketici olarak, bir vahşi hayvan gibi katılmayacaktır.
"Puştluk dünyası" diye ağzımdan çıktı ve tekrarlıyorum, özür dilerim; sadece daha müsait bir şey gelemedi aklıma. Bu ülkede, bakın mesela çeyrek asır olmuş, 12 Eylül'ün yıldönümünde, ne çok gencini kaybetmiş, asmış, içerilerde süründürmüş, mesleğinden hayatından etmiş ve hala taksit taksit iç savaş yaşayıp kendisini tüketmeye hep teşne olan şu ülkede... Neyin sanat, neyin şöhret, neyin değerli, neyin önemli olduğuna dair... Elbette popüler kültür de olur, elbette basitlik, süflilik, geyik, hava cıva da olur ama... Ne yayıncılık, ne yayınlanmaya değer, bu ülkede hangi hayatlar paylaşılmaya layık, kimler gerçekten emek, alın teri, yaratıcılık, mesleki saygınlık, bireysel yetenek, toplumsal katkı ile anılabilir, diye de küçük küçük kararlar verilmeli. Koştura koştura şöhret basamağı çıkmış, burnu büyümüş de estetikle burnunu küçültmüş, pek havalı, herkese tepeden bakar olmuş bir genç kız... Kim olursa olsun, tepe üstü çakılmamalı. Yazık, çünkü maddi servet ve manevi tatminin yolu bu şekilde açık tutulurken, o yolda, mutlu mesut görünen nice ruh sefaleti, erken erken tüketilip bir posa gibi pis dişlerin arasından tükürülüyor. Zaten o kadar büyük, derin, yaygın hakiki sefaletimiz var ki... Servet ile şöhretin de bu kadar sefil olması fazla, çok fazla ve çok ayıp! Gazetecilik namına, hangi sefaletin gözcüsü ve sözcüsü olmalıyız; ona da bir karar vermeli.
|