Oyun yutuculuğun dünü-bugünü
Osmanlı paylaşılırken yaşananlar ile Cumhuriyet sonrasının bölücü oyunları tek senaryonun sahneleri gibi birbirleriyle ilintilidir. Bu uzun hikaye boyunca oyun kurucu düşmanlarımız hep aynı basit mantığı kullandılar; oyun yutucu bizler de hep aynı gaflet, dalalet ve ihanetleri yaşadık. Diplomatik manevralar, iktisadi hileler, gizli servis faaliyetleri, işbirlikçi edinip kullanma yöntemleri, tahrik provaları, orta ve büyük ölçekli savaşlar. Hepsi tek omurganın unsurları. Batı için hadise, hala ' doğu sorunu'dur. Bu isim, ' İslam Sorunu' denemediği için vardı. Şimdi de gerçek adı söylenemediği için 'küresel terör' deniyor. Asli hedef İslam'dır. Türkiye, İslam adına hareket etmese de, Batı'nın bu dinle savaşına ortak olmadığı sürece, hedef tahtasının tam merkezindedir. Yoksa Türkler bir gecede Hıristiyanlaşıverseler ' Doğu Sorunu' için adres de değişiverir. Nitekim İslam'la ilgisi olmayan her Türkiye insanı Batı adamı için doğal müttefik olmuş, geliştirdikleri işbirliği sistemleri de hep dindarlar aleyhine çalışmış ve çalışmaktadır. İslam'la ilgili -en masum düzeyde de olsa- bir iddia gütmeyene Batı'nın kapıları ardına kadar açıktır. Haçlı Seferleri ile zirveye ulaşan İslam nefreti zaman içinde sadece isim ve taktik değişikliği geçirmiştir. Irak'ta savaştıranlar ve savaşanlar da katıksız İslam nefreti ile doludurlar. Buna kanıt olarak, herhangi bir işgal askeri birliğinin ' terörist arama' bahanesi ile girdiği herhangi bir Irak evinde yaşananları öğrenmek yeter. Onun içindir ki durum tam da Humeyniciliğin söylediği gibidir: - Şeytan ve orduları Allah'ın dini ile savaşmaktadırlar! Bu yargının sorunu içeriğinde değil, söyleyeni ndedir. Aykırı görüş ve eğilimdekilere yaşama hakkı tanımayan Humeyniciliğin ve benzeri akımların özde doğru olan bu yargısı bile maalesef İslam'la savaşan Şeytan tarafından kullanılır: - İslam aşırılık ve terör üretir! Böylece Vahşi Batı İslam'a karşı yeni Haçlı Seferleri'nin kurallarını da kendi belirlemekte, adeta ' yazı gelirse ben kazanırım, tura gelirse sen kaybedersin' mekanizması yaratmaktadır. Yüzlerce yıllık bu senaryoyu okumamakta inat ettiğimiz için şimdi de PKK maşası ile içeriden ve dışarıdan çalkalanmaktayız. Bu noktada, tarihten gerçek bir kesiti, aynı senaryonun sahnelerinden biri olarak hatırlayalım: Aralık 1909'da istifa eden Hüseyin Hilmi Paşa'nın yerine İttihatçılar'ın isteği üzerine Roma Büyükelçisi İbrahim Hakkı Bey yeni hükümeti kurar. Osmanlı'nın başındaki bin beladan biri de İtalya'nın Libya'yı yutma çalışmalarıdır. Şüphesiz İtalyanlar, kendileri ile iyi ilişkileri olan yeni Sadrazam Hakkı Paşa'ya hatır etmezler. Trablusgarp ve Bingazi'yi en erken zamanda almak için hazırlıklarını sürdürürler. İstanbul ise başka pek çok bölgede olduğu gibi Libya'da da hiçbir tedbir alamaz. Hatta tam aksine İtalyan işgalini kolaylaştırmak ister gibi, mesela buradaki hatırı sayılır bir askeri kuvveti Yemen'e kaydırır. Hakkı Paşa, daha fazla taviz vermekle İtalya'nın işgalden vazgeçeceğine son ana kadarinanır. Tabii bütün bu tavizler, caydırmak şöyle dursun, aksine biti kanlanmış İtalyanların iştahını daha da artırır. Nihayet 1911'de işgali gerçekleştirirler. Bu kesitin şimdiki bölücü faslın sahnelerinden ne farkı var? Dünkü sadrazam Hakkı Paşa'nın sevecen (!) yaklaşımına karşı İtalyanların koyduğu son nokta, ' Kürt Sorunu' söylemiyle yeni bir taviz paketi açacağı izlenimi uyandıran Erdoğan'a inat PKK'nın yürüdüğü yerden farklı mı? Şüphesiz bu fitnecilerin sonu da İtalyanlarınki gibi perişanlıktır. Orada bir avuç Türk, Şeyh Sünüsi'nin de büyük desteği ile Arap kardeşlerini yanlarına alarak İtalya'yı bütün dünya önünde rezilkepaze eylemişlerdir. ( Mustafa Kemal Bey, Enver Bey, Ali Fethi Bey, Nuri Conker, Eşref Kuşçubaşı, Fuat Bulca, Enver Bey'in kardeşi Nuri Bey, Enver Bey'in amcası Halil Bey, Neşet Bey, Ekrem Bey ve diğerleri; ruhunuz şad olsun.)
|