Kuşlara dair- 2
Tatilden döndüğümüz gün, bu köşede yer alan yazının başlığıydı "Kuşlara Dair!" "Yaşadığımız coğrafyanın altına yüzyıllar önce gömülmüş bir şeyler vardı sanki. Toprak üstünü örtüyor şimdilik. Bilmiyoruz... 'Asıl' yazıya başlamış olsaydık yazacaktık bunları. Ama, kimbilir, belki de yazmayız... Alışırız biz de, kimbilir?" Böyleydi o ilk yazı... Bu yazı, yazılması gereken "asıl yazı" olabilir mi? Çok zor... Yalnızca "bu satırların yazarı" nın zorluğu değil bu... İnternette bütün gazetelerin "yazarlar" hanesini hızla tarayınca "asıl" yazıların henüz yazılmadığı, yazılamadığı fark ediliyor sanki. (Taraftardan birine "aidiyet duygusu" yla bağlı olan "yangın körükçüleri" nden söz etmiyoruz elbet. Hiçbir tarafa aidiyeti bulunmayan "yangın söndürücü" leridir bahse konu olan.) İster istemez, iki tarafı 'kısmen' eleştiren; ister istemez iki tarafa 'kısmen' hak veren; ister istemez iki taraftan ve herkesten "sağduyu ve soğukkanlılık" isteyen ve fakat "orta sahada" top çeviren yazılar "asıl yazılarımız" olabilir mi? Geçmişin acı derslerinden bahsetmek, yaşanmış trajedilerin göz pınarlarından kan döktürmüş sayfalarını hatırlatmak hatta? Ne işe yarar yazdıklarımız "asıl" yazıyı bir türlü yazmadıkça? Asıl yazı ne peki? "Yaşadığımız coğrafyanın altına da yüz yıllar önce gömülmüş bir şeyler var sanki." Bu mu? "Toprak üstünü örtüyor şimdilik" dediğimiz günden bu yana, toprağın altını görmemize yarayan sesler duyulmuş olabilir mi? Sesleri duydunuz... Birkaç bin kişi "Kürdistan" diye bağırıyor... Birkaç yüz kişi de "Şeriat" istiyor. "Kürdistan" istemeyen "Kürtler" çok, şeriat istemeyen "İslamcı" lar yığınla... Ve fakat isteyenler birkaç bin kişiden ve birkaç yüz kişiden ibaret değilse şayet? Toprağın üstünü örttüğü nedir? Daha bunun bir de "Alevi-Sünni ayrışması" var ki... Bunların her biri aslında yok gibi... Az gibi.. Şiddetsiz gibi... Bilmeden nasıl yazılacak o "asıl" yazı? Endişe etmeli miyiz? Etmemeli miyiz? İsviçre'de miyiz? Sınırdan birkaç adım atınca şeriat devleti, hududu geçince Kürt devleti misalleriyle çevrili değil miyiz? Fakat... Bir yandan, toprağı kızıla çeviren harikulade ve asude bir sonbaharın ayak sesleri duyuluyor ki, hayat "asıl" bunu yaz diyor... Bir şey yok işte çekinecek... Zaten pek çoğu, "şeriat devleti" nden gelip kendilerini "sere serpe" hür mavi sularına bırakıyorlar Akdeniz'in... Esasen huduttaki Kürt devletinin kurucusu, çizdiği sınırlar içinde yaşamak niyetinde değil yaşamının bundan sonrasında... Emekliliğinde İstanbul'da yaşamak hayalleriyle geçiyor zaman... İstanbul!.. Ve fakat bu yazı; bütün bunların ötesinde, yine "kuşlara dairdir" ilk yazıda olduğu gibi... Katrina kasırgasının uzaydan fotoğraflarını gösteriyorlardı televizyonda... Masmavi bir küreydi dünyamız... Çok güzeldi, çok... Lakin... Kızıl bir kasırga yürüyordu; nereye, hangi sınırlara, kimin memleketine gittiğini bilmeden... Ve hangi "etnik" kimlikten insanlara vuracaktı, ayırt etmeden, bilmeden... Habersiz! Sonra, daha aşağılardan, uçaktan çekilmiş felaket bölgesi filmleri... Aşağıdaki kaotik can pazarından habersiz, kuşlar uçuyordu semada... Kuşlar! Ki o kuşları, 17 Ağustos depreminden sonra, yıkılmış şehirlerin üzerinde uçarken görmüştük... Ve 11 Eylül'de dumana boğulmuş New york'un mavi gökyüzünde... Hep sakin... Hep telaşsız... Hiçbir şey olmamış gibi... Dünya hangisi? Bizim cehennemiz mi, onların cenneti mi? Kuşlar neden habersiz? Biz "ne" den habersiziz?
|