İstanbul'un fethini daha ne kadar kutlayacağız?
Osmanlı'nın İstanbul'u fethinin 500. yılından itibaren her yıl artan bir gülünçlük içinde sürdürülen kutlamalar yapılıyor. Gemiler karadan çekiliyor ama aslında bu bir başarısızlığın temsili.
15. yüzyılın başlarında İspanya henüz birleşmiş bir ülke değildir ve birçok krallıktan meydana gelmektedir. Bunların en güçlüsü ve zaten ileride İspanya birliğini sağlayacak olan Kastilya ve Leon'un kralı III. Enrico (de Trastamara), Avrupa'yı tehdit eden Yıldırım Bayezid'i Ankara Savaşı'nda yenen Özbek hükümdar Timurlenk'e, işbirliği kurmak üzere bir elçilik kurulu gönderir. Kurulun başkanı, o dönemin en bilgili kişilerinden Ruy Gonzales de Clavijo'dur (?-1412). Clavijo, 1403-1406 arasında yaklaşık 4 yıl süren yolculuğu sırasında İstanbul'a da uğramıştır. Bu kente ilişkin gözlemleri "Embajada a Tamorlan" (Timurlenk nezdinde elçilik) adlı kitabında yer almaktadır. Clavijo, "Rumlar, bu şehre bizim gibi Konstantinopl demiyor, İstanbul (İstinpolis) diyorlar" diye başladığı izlenimlerini, "Şehir geniş olmakla birlikte nüfus pek sık değildir. Kent dahilindeki tepelere, vadilere ekinler ekilmekte ve her yerde bağ, bahçe, bostan bulunmaktadır... Kentin ortasında az sayıda ev bulunmaktadır... Kentin her yerinde muazzam saraylar, kiliseler ve manastırlar vardır. Fakat bunların çoğu haraptır" diye sürdürür. Bizans başkentini yaklaşık aynı tarihlerde ziyaret eden Arap gezgin Ebulfida, kentin içinde çok miktarda sürülü tarla, bostan, meyve bahçesi ve çok sayıda harap ev gördüğünü söyler. Kentin en ünlü haritasını yapan Cristoforo Buondelmonti'nin 1422 tarihli "Liber Insularum Cicladorum" adlı kitabında yer alan ayrıntılı İstanbul haritası, yarıdan fazlası itibariyle kırsallaşmış, nüfusu en fazla 30 bine inmiş, çökmekte olan bir şehri göstererek, iki seyyahı doğrulamaktadır.
HAÇLILARIN BAŞARISI Oysa Konstantinopolis, 12. yüzyılın başında 600 binden fazla bir nüfusa sahipti. Kentin bu tarihte barındırdığı insan sayısı, o sıralarda İngiltere'nin tümünde yaşayan insan sayısından fazlaydı. Kent, görkemiyle bütün dünyayı cezbediyordu. 1202'de başlayan IV. Haçlı Seferi'nin ünlü komutanlarından Champagne Mareşali Geoffroy de Villehardouin, "Konstantinopolis'in Fethi" adlı bir kitap yazmıştır. Haçlı Seferi'nin amacından saparak 1203'te İstanbul'a yönelmesi ve kentin Haçlılar tarafından fethini anlatan bu kitapta, Villehardouin "Dünyanın başkenti"nin Avrupalı şövalyeler üzerindeki etkisini şöyle aktarmaktadır: "Onu şimdiye kadar hiç görmemiş olanların Konstantinopolis'e nasıl baktıklarını hayal edemezsiniz, çünkü bu insanlar kentin yüksek surlarını ve onu çevreleyen zengin kuleleri ve zengin saraylarını ve yüksek kiliselerini görünceye kadar bu kadar zengin bir kent olacağını akıllarına bile getirmemişlerdi... Herkesin vücudu bu manzara karşısında titremeye başlıyordu ve bunda şaşılacak bir şey yoktu, çünkü dünya varolduğundan beri bu kadar muazzam bir eser vücuda getirilmemişti." Haçlı ordusunun mevcudu, 4 bin 500 şövalye, 9 bin şövalye yamağı ve 20 bin kadar çok hafif silahlı piyadeden meydana gelmek üzere 33 bin 500 kişidir. Bu zayıf ordu, güçlü ve kalabalık Bizans ordusunu yenip kenti ele geçirir, çünkü Haçlılar Galata'yı ele geçirdikten sonra, Haliç ağzına gerili zinciri kırıp limana girmişler, Bizans gemilerini yakarak kentin savunmasını çökertmişler ve kente girmişlerdir. Bunun üzerine kent askerler tarafından üç gün yağmalanmış, ardından uzman yönetimi altındaki sistematik yağma başlamıştır. Bu talan esnasında kent yakılmış, yıkılmış, kent halkının bir kısmı köle olarak satılmış, büyük kesim de Anadolu'ya kaçmıştır. İstanbul'un Haçlılar tarafından fethinin görgü tanığı olan tarihçi Niketas Khroniates ile Efes Metropoliti Nikolam Mesarites, Haçlı vahşet ve talanı hakkında çarpıcı betimlemeler yapmışlardır. Bu üç gün esnasında sanat yapılarının çoğu yok edilmiş, kütüphaneler yakılmış, bir daha bulunması mümkün olmayan klasik el yazmalarının çoğu yırtılarak sokaklara atılmıştır. Ayasofya hiç acımadan yağmalanmıştır. Villehardouin, durumu "Dünya yaratılalı beri hiçbir kentten bu kadar ganimet sağlanmamıştı" diye özetlemektedir. Haritadan silinme noktasına gelen Orta Çağ'ın en büyük kenti, tekrar Bizans'ın eline geçecek ama kendini bir daha toparlayamayacak ve giderek köyleşecektir.
KENTİ İTALYANLAR SAVUNDU 1453 yılı geldiğinde, Konstantinopolis, düşük nüfuslu, kendi yiyeceğini kendi yetiştiren bir kasaba mertebesindedir. Kente ve ticarete İtalyanlar hükmetmektedir. Bu yüzden Osmanlı kuşatması sırasında kenti Rumlardan çok, Guistiniani komutasındaki İtalyanlar savunacaktır. Hammer, İstanbul'u kuşatan Osmanlı ordusunun mevcudunu 250 bin kişi olarak veriyor ama resmi tarihçi İsmail Hakkı Uzunçarşılı, net savaşan sayısı olarak 100-120 bin rakamını uygun bulmaktadır. Uzunçarşılı, Osmanlı donanması hakkında da şu bilgiyi vermektedir: "Nakliye gemileriyle beraber, büyüklü küçüklü 150 parçadan ziyade olduğu söylenen Osmanlı donanmasını bazı Rum tarihçileri 420'ye kadar çıkarırlar." Bizans güçlerine gelince, gene Uzunçarşılı'ya göre, "Kuşatma esnasında Bizans'ın ordu mevcudu 5 bin, eli silah tutan halktan topladığı kuvvet ise 4 bin 973 idi. Bu kuvvetlerden başka Avrupa'dan gelen yardımcı kuvvet mevcudu 3 bin olup, buna gerek yabancı gerek Rum donanmasından surlarda hizmet gören 2 bin gemi mürettebatı ve şehzade Orhan'ın maiyetinde bulunan 600 Türk'ün ilavesiyle Bizans'ın müdafaa kuvveti en aşağı 15 bin kadardı." Yani Osmanlı- Bizans güç dengesi 1'e 15 ile 1'e 10 arasında bir yerde Bizans'ın aleyhineydi. Ayrıca eli silah tutan yani 15-65 arası nüfus 4 bin 973 olunca, kentin nüfusunun kuşatma esnasında 20 binin de altında olduğu anlaşılmaktadır. Buna rağmen kuşatma 53 gün sürdü. Oysa güç dengesinin tamamen Haçlıların aleyhine olduğu 1204 kuşatmasında Haçlılar kenti üç günde ele geçirmişlerdi. Bizans çok daha güçlüyken Haliç ağzındaki zinciri kırmayı başaran Haçlılara karşı, Osmanlılar aradan geçen 250 yıla rağmen, aynı zinciri kıramayıp, gemileri karadan yürütüp Haliç'e indirmişlerdir. Dünyanın hiçbir yerinde hiçbir fetih kutlanmıyor. Bizde ise, fethin 500. yılından itibaren her yıl artan bir gülünçlük içinde sürdürülen bir "Fetih kutlaması" var. Gemiler karadan çekiliyor ama aslında bu bir başarısızlığın temsili. "Ulubatlı Hasan" surlara çıkıyor ama böyle biri hiç olmadı ve kente ilk kez Altın Kapı denilen bölgede top atışıyla açılan büyük bir delikten girildi. Ve kenti, Venedikli ve Cenevizli efendilerinin zorlamasıyla kerhen savunan Rumlar, Osmanlılara yürekten "Hoş geldiniz" dediler. Zaten fetih sonrasında II. Mehmet tarafından İstanbul patriği yapılacak olan Gennadius, "Latin serpuşunun yerine Türk sarığını tercih ederim" derken kentin Rum ahalisinin duygularını aktarmış olmuyor muydu? İstanbul'u bir kasabadan dünyanın en büyük kenti haline getiren Osmanlı "başkent" anlayışını incelemek, belki de Türkiye'ye saçma sapan "Fetih kutlamaları"ndan daha yararlı olacaktır. O zaman biz de haftaya bu işi yapalım.
Mehmet Ali Kılıçbay
|