| |
|
|
Türkiye'deki Paris
Denizli'den İzmir'e doğru gittikçe, yeşillik artar. Hava iyice ısınır. Nazilli'yi 10 kilometre geçince, bir başka deyişle, Aydın'a 35 kilometre kala, yolun kenarında bir yazı görürsünüz. İngilizce'dir: Türkçe'si "Türkiye'nin Paris'i Atça... Hoş geldiniz." "Hoş bulduk" dedik ve direksiyonu Atça'ya çevirdik.
Atça, 8 bin nüfuslu bir belde. Yakın mesafedeki 5 köyü ile birlikte 12 bin. Romalılar döneminde kurulmuş. 1867'de belediye olmuş. 28 Mayıs 1919'da Yunan işgaline uğramış. 5 Eylül 1922'de işgalden kurtulmuş ama, tamamen yanmış, yıkılmış bir durumda. Atça'da şehit vermeyen ev yok.
Bölgede bir Abdi bey varmış. Uzun yıllar Avrupa'da kalmış. Fransa'da şehir plancılığı okumuş. Ve Atça'ya dönmüş. Belediyenin Fen Memuru Hafız beye demiş ki: - Bana yardım et, Paris'in kent planını Atça'da uygulayalım... Atça'yı küçük Paris yapalım.
Atça'da 8 ana cadde var. Biri, diğerini kesmez. Ve bütün caddeler, Atça'nın merkezindeki parkta birleşir. Çok katlı yapılaşma yok. Belde daha çok, bahçe içindeki müstakil evlerden oluşuyor. Yolları düzgün, kaldırımları temiz. Bir bakkal dükkanının önünde durduk. Bakkal dedi ki: - Welcome to Atça... Yavuz bey şu anda küçük Paris'tesiniz... Pasaport gerekmez... Hoş geldiniz.
5 ilköğretim okulu var. Endüstri Meslek Lisesi var. Çok programlı lise var. Okuma yazma oranı "yüzde 99." Kavga, gürültü, kapkaç, hırsızlık, taciz yok. "Onun başı açık, bunun kapalı... Şu mini etek giydi, bu göbeği açık kıyafet" gibi tartışma hak getire. Atça, huzur içinde. Kahveye girdik ve sorduk: - Nasıl becerdiniz? Kahveci dedi ki: - Beyim, her şeyin başı ekonomi... Aç it fırın yakar... Atça'da aç yok... Biz üreterek becerdik.
|