|
Sarı öfke çığlıkları 'Pistanbul' sokaklarında
|
|
Saat 01.00 sıralarıydı. Taksi şoförlerinin iri kıyım bir bölümü haberi alır almaz sarı öfke çığlıkları büyüttüğünde orada, yanlarındaydım.
İstanbul 'Pistanbul'a dönüşür yarı geceden sonra. Kör karanlıkların geceden de karaman ziyan olmuşları, tinere katık edilmiş genç ömür çocukları, takma saç, yarım ağda, silikon dudak dünyaların kadın- adamları, muhabbete tellal çıkanlar, "bi şey lazım mı abi?" sorgucuları, lazım olup olmadığı araştırılan 'o' şeylerin; haplaşmış, 'taş'laşlmış, zıvanalanıp, çarşaflanıp cigaralık edilmiş, beşlik enjektörlere çekilip damara pompalanıp uçan-kopan-yıkılan yığınlar yaratan, bu yaratıkların cümlesini biriktirip gece ırkı peydahlayan bir dev anasına dönüşür İstanbul geceleri.
BİR BİTKİ ADAM!.. Lakin mazbut yaşamların ense kökünde düşsel bir tırpan gibi salınır durur bu saydıklarım. Kentin, hele de adı betere çıkmış bazı muhitlerinde, saflık derecesi gayetle yüksek sıradan insanlar gezip tozmaktaysa vay ki vay hallerine. Darp edilir, çizilir, ayıklanır, sövüşlenir, tantanaya, zarfa, tırnağa, faili meçhula, mandepsiye, kerize getirilir kaşgöz arası zaman dilimlerinde. Kapkaça gelen, yandan kesilen, 'gaps'a uğrayan sürümenler doldurur karakol müracaat bankolarını. Önceki gece yine pislendi İstanbul... Şehir defterine kayıtlı 18 bin sarı ticari taksiden yalnızca birinin direksiyonunu sallayan bir şoför adam, kafasının çatısından kurşunlanıp 'bitki' yapıldı. Tuşlara vurduğum şu sıralarda, makinelere bağlı devam eden sabaha karşı son buldu.
ONLARLA BERABERDİM Saat 01.00 sıralarıydı. Taksi şoförlerinin iri kıyım bir bölümü haberi alır almaz sarı öfke çığlıkları büyüttüğünde orada, yanlarındaydım. Önce Taksim Meydanına doluşmalarına, klaksonları isyanlarına tercüman edip gümbürdeyişlerine, durdurmaya yeltenip, baş edemeyen 'hantal kuvvetlerin' telsizlere hünkürüp 'çevik kuvvet' talep edişlerine, "Baaak! Bak plakanıza ceza yazacam haa!" tehditlerine pabuç bırakılmayan beyaz şapkalı resmilerin anlayışsızlığına gözden tanık oldum önce. Konvoylar halinde Tarlabaşı'na atılıp, yıllardır dinledikleri yalanlardan bıkmış dev biryılan olup aktılar Çapa Hastane kapılarına. Durduklarında inip ses yükselttiler ortalığa. Yanı başımda toplaşıp, bin ağızdan konuşup anlattılar bana da fırtınalarını. Yerden göğe haklılıkları oraya birikmiş tüm kameralara kayıtlandı ses ve ışık olaraktan. Hüzün uğultuları da kulaklarımıza küpe oldu asıldı.
BEYİN ÖLÜMÜ GERÇEKLEŞTİ Sonra Acil Servis bekleyişlerinde tanıştım şoförün kızlarıyla. Lisede teknik resim okuyan Filiz kız, küçük olanı yani; üniversite sınavına girsin- kazansın diye dershaneye gönderiyormuş babası onu. 3 ay önce Bağ Kur'dan emekli hakkı almasına rağmen o yüzden gecelerin sürücüsüymüş hala. Dershane parası, evin çekilip çevrilmesi, karısı Hatice'nin tabiriyle 'damalı taksinin" borcu bitiversin diye sürermiş arabasını kör karanlıklara. Sabah'a beş kala, diyelim ki 05.30'larda filan, doktorlar en yaşlıca şoförü çağırıp fısıldamışlar. Demişler ki; "Bu kardeşimizin beyin ölümü gerçekleşti. Neyazık ki. Bir biçimde ailesine söyleyin. Organlarını bağışlarlarsa birkaç kişinin bedeninde yaşamaya devam eder, sevaptır."
OLMAZLADIM ONLARI Yüzü duvara benzeyen hallerde gelip bana teklif etti şoförler. "Sen bir yolunu bulup, usulü münasibince söyler misin Savaş kardeş?" dediler. Bir onların suratına, bir az ilerimizde, acil bekleme salonu camlarının ardındaki genç kız yüzlerine baktım. Sonra içimden galiba bir milyona kadar sayıp "olmazladım" onları. Dedim ki; Hiç birine gidip hiçbir şey diyemem o aileden. Ne fıtratım ne takatim kaldırmaz böyle bir şeyi. Ben bir tek vali beye söylerim iki laf yarın olunca. Derim ki; "İtirazlarını korna basarak, yola dizilerek gösteren taksici plakalarına cezalar yazılmıştı sayın valim. Aman ha, çar çabuk tahsil edin cezaları. Devletin bu cabadan gelir kaynağına zeval vermeyin aman haa!.."
|