Ya Müslüman karşıtlığı
Avrupa Birliği'ni 'uygarlık projesi' olarak kutsamakta pek cömert davranan kraldan fazla kralcı siyaset ve medya adamımıza çarpıcı bir tekzip var: İnsan Hakları için Uluslararası Helsinki Federasyonu (IHF), tam da ABD bizdeki 'Amerikan karşıtlığı'ndan yağ çıkarmaya çalışırken Avrupa'daki 'Müslüman karşıtlığı'nın tırmandığını ortaya koyan bir rapor hazırladı. IHF sıradan bir örgüt değil. BM ve Avrupa Konseyi'nde resmi olarak 'danışma kuruluşu' konumuna sahip IHF sıradan bir örgüt değil. Tam aksine, henüz 'Hıristiyan Kulübü' niteliğinde kalıp kalmama kararını bile veremeyen AB'yi bir 'uygarlık tasarısı' değil, 'ürkek bir çok uluslu siyasi bütünleşme' deneyi olarak görenler için bile IHF Batı'nın yüz akı değerindeki kuruluşlardan. Gerçi Batı'nın Haçlı ve Nazi ruhlu 'iyi saatte olsunlar' çeteleri böyle kuruluşlar üzerinde de zaman zaman etkin olabilirler. Ancak bu durum 'evrensel' düşünebilen Batılı aydınların gayretlerini inkar gerekçesi olamaz. IHF'nin 11 Eylül 2001'den bu yana yaşananlarla ilgili raporundan birkaç tespit: - Batı basınında Müslümanları 'aramızdaki düşman' olarak gösteren taraflı yayınlar artmaktadır. Almanların yüzde 80'i 'İslam' kelimesini 'terör' ile birlikte düşünmektedir. İngiltere'de medya Müslüman teröristlere karşı başarılı kovuşturmalar yürütüldüğü yolunda izlenim yaratmaktadır. Oysa terör suçlamalarıyla gözaltına alınanların çoğu haklarında dava bile açılmadan serbest bırakılmaktadır. Gözaltına alınan yüzlerce kişiden sadece üçü hüküm giymiştir... Fransa'daki yasak, başörtüsü kullanan kadınlara karşı ayrımcılığı teşvik etmiştir. Bu durum bazı kadınların evlenmesine, sınavlara girmesine ve hatta oy kullanmasına bile engel oluşturmaktadır. Hollanda'da Müslüman okullarının 'uyum çabalarını baltaladığı' görüşü yaygın olduğu halde bu gibi iddiaları destekleyen kanıtlar pek azdır. Hayvan hakları, Yahudi ve Müslümanların kurban kesme geleneklerini engellemek için kullanılmaktadır. 11 Eylül 2001'den öncesi de olan, 'Bin' türlü 'Ladin' gerektirici büyük tezgahla daha da tırmandırılan 'rüzgar ekme' çabalarının hedeflediği fırtınalar uç veriyor. Batılı baskın güçlerin 'uygarlık projesi'nden anladığı da zaten 'çatışma' olduğu için, Soğuk Savaş sonrasının yeni küresel 'düşman'ını konumlandırmak üzere ciddi bir İslam karşıtlığı tasarlanmış, bu yolda da Amerika ve Avrupa'nın sözde 'aydın iklimi'nde hazırlık başlamıştı. Erich Fromm'dan Bernard Lewis'e kadar sayısız ünlü ahkamcıbaşı demokrasinin bir 'Yahudi-Hıristiyan' ürünü olduğunu, İslam'ın demokrasi ile bağdaşamayacağını anlatmaya soyunmuştu. Bu zevata göre İsrail'i bir 'Tevrat Devleti' yapan Yahudilik ve Vatikan'ı yaratmış Hıristiyanlık 'laik' birer dindi ama İslam asla böyle bir açılıma elverişli değildi! Bu söylemde hayli ileri gidiliyor, İslam'ın mutlak savaşçı, Yahudilik ve Hıristiyanlığın barışçı olduğu yolunda sefil 'şarkiyatçı' anlayışı bile aşan bir önyargı yayılıyordu. İslam adı ile 'barış'ı öneriyor, kelimesi kelimesine 'Sulh en hayırlı olandır' diyor, kimin umurunda. Tahrikçiler ikide bir, Kur'anı Kerim'in 'cephe şartları' ile ilgili 'güncel' hükümlerini çarpıtarak sözde İslam'ın şiddeti kurumlaştırdığı sonucuna ulaşıyorlardı. Aslında; Müslümanlara toplu savaş açan Mekke müşriklerine karşı kültürel, ekonomik ve fiziki mücadeleye ölçü getirmeyi öngören bu hükümleri İslam'ın evrensel söyleminin özü sayarak, Haçlı ve Siyonistlerle aynı yorumu seçen pek çok köktendincimiz de vardır. Bunlar, Kur'an-ı Kerim sanki 'Barış en hayırlı olandır' dememiş de 'Savaş en hayırlı olandır' buyurmuş gibi, 'cihat' literatürünü 'Haçlılığın İslam'daki karşıtı' şeklinde algılamaktadırlar. Kişinin kendisiyle mücadelesini 'en büyük cihat' ilan eden Peygamber'le gelmiş bir öğretinin asla yerleşik düşmanlık öneremeyeceğini, ancak karşı tarafın açtığı manevi, ahlaki ve fiziki savaşla 'barış'ın bozulması durumunda akılcı ve haysiyetli direnci kurumlaştırmak anlamında 'cihat'ı getirdiğini kavrayamamak ne ağır bir evrensel hüsrandır. Ya, cihat meselesini yorumlamakta bazı Siyonist ve Haçlı aydın ile bir kısım Müslüman unsurların adeta birebir aynı fikirde olmaları? İnsan ister istemez yine, tatbikatlardaki mavi (dost), kırmızı (düşman) kuvvetlerin aynı ordudan oluşunu hatırlıyor. Neden bazı 'yeşil' kuvvetler de NATO'nun görünmez uzantıları olmasın? Avrupa'daki ve genel olarak Batı'daki 'Müslüman karşıtlığı'nın tırmanışında, oraların şahinleri elbette asli faildirler. Ancak bu düşmanlık açısından beri yakanın 'köktenci' unsurları sütten çıkmış ak kaşık mı?
|