Kovulamayacağı mız tek cennet... (2)
Geçen hafta demiştik ki "Anılarımız, kovulamayacağımız tek cennettir" o zaman bir bakalım şöyle o cennete nasıl yolculuk yaparız? Bilincin kıvrımlarına gizlenmiş anılar hazinesini kazıp, gün ışığına çıkarmak sizi yaşamın tekdüzeliğinden de çekip çıkaracaktır. Bilinçte yinelenen kıvılcımlara, geri gelen resimlere, seslere "anı" diyoruz. Anmak, anı işçiliği daha önce bilinçte varolanın saklandığı yerden tozlarının silkelenip ortaya çıkarılmasını dile getirir. Yaşadıklarımız bilince yansır ve belleğin kıvrımlarına girer; kendine tenha bir köşe bulup saklanır; anılaşır... Bilincin ıssız köşelerine üst üste yığılmış anılar, bilgiler bilincimize kendileri gelebildikleri gibi onları bizde geri çağırabiliriz. Düşünsenize, bilinçaltınızla dostluk kurmuşsunuz, bırakmışsınız kendinizi içinizi gözden geçirmenin hazzına... Anılar kalemin ucundan kağıda geçiyor... Tamam, ısrarcı değilim; bilgisayara da olabilir... Evet... Anılar kağıda geçiyor, kendinizi kendinizle ve başkalarıyla paylaşabilmeniz için. Anıların kendiliklerinden uyanmaları bize bağlı değildir ama istersek biz de onları bilince kendimiz çıkarabiliriz... Ne şekilde olursa olsun belleğe yapacağımız yolculuk yaşadıklarımızı, kendimizi yeniden keşfetme hazzını sunacaktır bize. Size ait olan, anahtarı sizde saklı olan bu sandığın kapağını kaldırdığınızda bulacağınız hazine gözlerinizi kamaştıracak; sizi ağlatacak, güldürecek, düşündürecek, yoracak, dinlendirecek, içinizi sızlatacak ama sizi arındıracak, ufkunuzu genişletecek...
CESURCA YÜZLEŞİN Evet, sizi yeniden keşfetmenizi sağlayacak. Yaşadıklarınızı yeniden yaşama olanağı sağlayacak. Anılar sandığının kapağını aralayanlar, belleğin tavan arasından içeri başlarını uzatma cesareti gösterenler, onları yaşamları boyunca yiyip bitiren ruhsal rahatsızlıklardan da kurtuluyorlar. İtip, üstünü örtüp, karanlıklara sakladıkları yanlarıyla da yüzleşme fırsatını yakalıyorlar. Sakladıklarını yazarak, onları gün ışığıyla buluşturduklarında da başlarına bela olmuş bir sürü derdi, sıkıntıyı, bunalımı da fırlatıp atıyorlar üzerlerinden... İçimize sakladıklarımızla cesur bir biçimde yüzleşebilmek bizi arındırır... Zihninizin envanterini çıkarırken kedinizi daha iyi tanıyorsunuz. Neyi, niye, ne zaman yaptığınızla yüzleşiyor, bugünkü gözünüzle kendinizi yeniden değerlendiriyorsunuz... Kendinizi yeniden kuruyor, yeniden keşfediyorsunuz. Yaşamlarını neyin, nasıl biçimlendirdiğinin hesaplaşmasını yapabilenler yaşamı daha berrak bir perspektifle kavrayabiliyor. Günlük tutun, anılarınızı yazın; kendinize dışardan bakabilmek için, yazın. Kendinizi eleştirip yeniden yaratabilmek için, kendinizi okuyabilmek için yazın... Dünyada tek olan parmak izleriniz sizi bir tane, tek, benzersiz yapıyor... Peki, ayak izleriniz? Yaşama attığınız imzadır ayak izleriniz... Nereden nereye doğru nasıl yürüdüğünüz, yaşamın içinden geçiş biçiminiz, imzanızdır sizin... Geleceğe sesinizi, ayak izlerinizi, yolculuğunuzun öyküsünü bırakabilmek için oturun anılarınızı yazmaya başlayın... Bugünden geçmişinize, içinize fırlattığınız bakış yarını aydınlatacak. Kendi belleğimize yapacağımız yolculuklar toplumun belleğini de oluşturacaktır. Gün ışığına çıkarıp, yeniden gözden geçirmediğiniz, düzene koymadığınız anılar, sizi yutmak isteyen bir timsah gibi içinizde bekler. Timsahın ağzına kalemi tıkar, yaşadıklarınızı yazıya dönüştürürseniz siz timsahı yuttunuz demektir... İçindeki öcüleri boğmanın tek yolu kendinle yüzleşmekten geçiyor... Buyurun başlayın... Sevgili günlük, bugün günlerden pazar...
|