|
|
Hangi kıyafette rahatsanız o doğrudur, inanın
Geçen hafta bir konuşma yapmaya gittim. Konu mu neydi? Ersun Yanal niye Hakan'ı takımdan kesti? Ayrıca Alevileri de konuştuk
Dünyanın ikinci zor işi nedir biliyor musunuz? Topluluk önünde konuşmak. Ya da bence öyle. Peki en zor işi nedir? Kendinizden genç birilerinin önünde konuşmak. Acayip heyecanlanıyorum. Öylesine zekiler öylesine değişik fikirlerle dolular ki... Hepsinin gözlerinde bir merak, aynı zamanda beğensem mi beğenmesem mi bakışı. Şöyle bir kaldırıyorlar kaşlarını yukarı doğru, "Tamam" diyorsunuz "Ben bittim." Önce ne giyeceğinizi şaşırıyorsunuz. Aynanın önünde uzun süre durdum. Gazetenin Yazı İşleri Müdürü'nü konuşma yapması için çağırıyorlar. Resmi giyinmem lazım. En iyisi mi Ankara kıyafetlerimden birini çıkarayım. "Nedir o?" diye sormayın. Benim dolabın bir Ankara bölümü var. Ne zaman bir bakan, milletvekili ya da parti başkanıyla röportaja gitsem onlardan giyiyorum. Lacivert etek-ceket Ankara'ya uymasına uyuyor da içine dayanamayıp rengarenk bir bluz seçiyorum. İçim sıkılıyor grilerden, siyahlardan, çizgili koyu takımlardan. Ne yapayım? Röportaj yapacağım kişiye ulaşamadan, mutlaka özel kalemden şöyle bir söz duyuyorum, alıştım artık. "Oo Balçiçek Hanım İstanbulluluk getirmişsiniz bize, ne güzel öyle canlı renkler."
*** "Yok" dedim kendi kendime. 31 yaşındayım yani. En büyüğü 30 yaşında bir grup gence bir şeyler söyleyeceğim diye Tansu Çiller gibi gözükmenin bir anlamı var mı? Böyle durumlarda ne oluyor biliyor musunuz? Yani çok özenir, çok titizlenir onu mu giysem, bunu mu taksam diye aklınıza takarsanız ne oluyor? Bir fark ediyorsunuz ki geç kalmışsınız. Değil elbise seçmeye makyaja vakit yok. Aynen öyle oldu. İçgüdüsel giyinmek zorunda kaldım. İyi de oldu aslında. İnanın bana insan kendisini hangi kıyafette rahat hissediyorsa o doğru kıyafettir. Dekolte giyince mi mutlu oluyorsunuz? Tamam. Mini etekle mi kendinize güveniniz artıyor yoksa kot giyince mi? Yoksa? İşte ona karar verin yeter. Gerisi boş. Kimsenin ne düşündüğü hiç önemli değil. Yolda bir arkadaşım aradı. İstanbul Rotaract Kulübü'nün davetlisi olarak konuşma yapacağımı söyleyince tarihi soruyu sordu. "Konu ne?" İnanın diyorum ben çekiyorum bunları. Hep ailemi yazıp duruyorum ama benim çevrem hep böyle. Arkadaşlarıma, alışveriş ettiğim dükkan sahiplerine, mahallede selamlaştığım adını bile bilmediğim kişilere de haksızlık yapıyorum. Oysa öyle çok anlatacak şey var ki... Konu mu ne? "Türkiye'nin iktisadi kalkınma politikası ya da Alevilik din midir değil midir?" diye konuşmayı düşünüyorum. Hatta belki biraz da futbola bulaşabilirim. Ersun Yanal, Hakan'ı oynatmamakta teknik olarak haklı mı? "Ne kızıyorsun?" dedi arkadaşım, "Siz gazeteciler de bir acayipsiniz. Hem her konuda bütün kanallarda ahkam kesersiniz hem de ne anlatabilirim diye sorarsınız. Hem sinema hem şarap yazıp hem de ekonomi ve siyaset üzerine tartışmalara katılanlar yok mu yani?" Tuş! Ne diyeyim artık.
*** İstanbul Rotaract grubu öylesine neşeli bir kalabalıktı ki ne korku kaldı, ne konuşma endişesi. Gece bir anda geçti gitti. Gazetecilik konuştuk. Söyleşilerden bahsettik. En çok "Yazmadığınız neler var, kimlerden etkilendiniz, bu gazete tirajları ne olacak? soruları geldi. En merak edilen isim Cem Yılmaz'dı. Gençler, kız erkek bayılıyor Cem Yılmaz'a. Sabah Gazetesi'ni konuştuk uzun uzun. Ne gibi yollardan geçtiğimizi, nasıl tiraj arttırdığımızı, genç kadromuzu. Müthiş bir geceydi. Fena köşeye sıkıştırdılar beni. "Röportajlara çok çalışarak gittiğinizi söylüyorsunuz peki buraya gelirken 'Rotaract'ları çalıştınız mı?'' İkinci tuş! Şanslı günümdeyim. Beni en çok ne şaşırttı biliyor musunuz? Gençlerden hiçbiri gazeteci olmak istemiyordu. Hiçbiri. Medyanın bir düşüş içinde olduğunu, eskisi kadar güvenilir gözükmediğini, her manşetin arkasında kime ne mesaj veriliyor acaba, diye düşündüklerini söylediler. Haklı yönleri var mı? Vardı. En azından dili geçmiş Sabah Gazetesi için. Ben de anlattım onlara neden gazetecilikte ısrar ettiğimi, neden 13 yıldır sadece Sabah'ta çalıştığımı... Neden artık bizim hiçbir manşetimizde acaba bunda ne gibi bir oyun var diye düşünmemeleri gerektiğini. Ayrılırken iki genç geldi yanıma ve gazetemde staj yapma imkanı olup olmadığını sordu. Dünyalar benim oldu.
|