|
|
|
|
|
James Dean'in orta yaşlısı
|
|
Almanya Dışişleri Bakanı Joschka Fischer sokaktan devletin zirvesine tırmandı.
Gençliğinde aşırı sol saflarda yer aldı, ancak her zaman şiddete karşı çıktı. Sokak savaşı verdiği arkadaşları teröre saparken o Yeşiller'e katıldı ve 1983'te partisiyle Alman Parlamentosu'na girdi. Sosyal Demokrat Parti-Yeşiller koalisyonuyla da artık iktidardalar.
Hayranları çok 68 kuşağının haşarı genci, bugünün Dışişleri Bakanı Joschka Fischer, büyük bir hayran kitlesine sahip. Onun kadar büyüleyici bir devlet adamına rastlanmadığı söylenen Fischer'in kadınlarla da arası hep iyi oldu. Şimdilerde de beşinci evliliğine hazırlanıyor.
James Dean'in orta yaşlısı
Gençliğinde aşırı sol saflarda yer alsa da hep şiddete karşıydı. Arkadaşları teröre saparken o Yeşiller'i seçti. Partisiyle 1983'te parlamentoya girdi. Bir zamanların haşarı genci, günümüzün Dışişleri Bakanı Joschka Fischer'in hayranları artıyor.
1970'lerin başında bir akşam Frankfurt'ta bir taksi şoförü, arabasının anahtarını arkadaşına verdi. Arkadaşı da arabaya atlayıp kentin dışında Amerikan askeri üssünün bulunduğu bölgeye gitti. Yaklaşınca farları söndürdü, kontağı kapattı. Çalıların arkasında birkaç gölge kıpırdadı. Arabadan indi. O gölgeler yanına geldi. Birlikte dağınık düzende ilerlediler, üssü çeviren çitleri kestiler. Kimbilir kaç kez provasını yaptıkları işaretlerle anlaşıyorlardı. Ve de tilki sessizliği ve kurnazlığıyla. Hedefi ezbere biliyorlardı. Onu da kroki üstünde günlerce çalışıp belleklerine kazımışlardı. Usul usul vardılar üssün silah deposuna. Nöbetçiyi etkisiz, daha doğrusu zararsız duruma getirdiler. Kapıyı açtılar. Dışarı çıktıklarında her birinde birkaç otomatik silah vardı. Arkadaşının arabasını ABD üssünden silah çalmak için kullanan gencin adı Hans-Joachim Klein'di. Bir-iki yıl sonra Kızıl Ordu Fraksiyonu'nun, yani Baader-Meinhof çetesinin sert çekirdeklerinden olacaktı. Arabasının anahtarını Klein'e veren ise şimdilerde "Joschka" olarak ünlenen Joseph Fischer'di. 1968 kuşağının asi gençlerinden. Ama asla, asla terörist değil. O zamanlar gündüzleri polisle çatışan, yollardan söktüğü parke taşlarıyla sokak savaşlarının en ön safında yer alan, geceleri ise taksi şoförlüğü yapan asi gencin 30 yıl sonra Almanya Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı olacağını, dahası ülkenin en sevilen politikacılar listesinin hep tepesinde yer alacağını herhalde en uçuk vizyon sahibi bile akıl edemezdi. Fischer ile Klein'ın yolları 2001 başında yeniden kesişti. Çok farklı konumlarda. Biri gençliğindeki terör eylemlerinin ve cinayetlerin hesabını veriyordu. Dışişleri bakanı olan diğeri ise eski arkadaşıyla paylaştığı dönemin tanıklığını yapıyordu. Arada o kadar çok su akmıştı ki köprülerin altından... (Su ve köprü deyince, hep ölümsüz Fransız ozanı Guillaume Apollinaire'in dizeleri gelir aklıma: "Mirabeau Köprüsü'nün altından Seine akar... Ve de aşklarımız" diye başlar. Mirabeau Köprüsü, Paris'te 15'inci "arrondissement"ta, Seine ırmağının sağ kıyısındaki Auteuil ve Passy mahallelerini sol taraftaki Javet ve Grenelle mahallelerine bağlar. Köprüye adını veren Fransız Devrimi'nin önemli isimlerinden Kont Octave Mirabeau'nun hayatını anlatmaya kalkarsak, ipin ucunu iyice kaçıracağız.) Evet, mahkeme önüne çıktıklarında (Hiç yüzleşmediler, Fischer tanık olarak sanığın getirilmediği duruşmada ifade verdi) biri serabın peşinde tüketilmiş yaşamı simgeliyordu, diğeri uçurumun tam kıyısında müthiş dönüşümü. Yollarının ayrılmasından sonra Klein, teröre yönelen Kızıl Ordu Fraksiyonu'nun önemli isimleri arasında yer alacaktı. Andreas Baader, Ulrike Meinhof, Gudrun Ensslin, Holger Meins, Jean Carle Raspe kadar olmasa da çok ses getiren bir eylemde görev alacaktı: 1975'te Viyana'da OPEC merkezine baskın. 3 kişinin ölümüne yol açan baskında birçok petrol bakanını rehin almışlardı. (Carlos liderdi o eylemde, bakanların hayatına karşılık Avusturya'yı terk edecek bir uçak istediler. Kabul ettirdiler. Başlarına silah dayadıkları bakanlarla birlikte ayrıldılar; ver elini Cezayir.) Peki Baader ve Meinhof niye yoktu o eylemde? Çünkü Kızıl Ordu Fraksiyonu'nun tarihi liderleri Viyana baskınından 3 yıl önce, 1972'de yakalanıp Stuttgart'taki olağanüstü korumalı Stammheim Cezaevi'ne kapatılmışlardı. (Örgütün tepe isimlerinden Holger Meins uzun açlık grevi sonrası 1974 Kasım'ında öldü. 1976 Mayıs'ında Ulrike Meinhof, katlanılmaz tecrit ortamında çıldırıp intihar etti. Resmi açıklama böyle. 18 Ekim 1977'de de Andreas Baader, Gudrun Ensslin ve Jean Carle Raspe ölü bulundular. Ayrı hücrelerde kalıyorlardı, 24 saat izleniyorlardı ve birbirleriyle kesinlikle iletişimleri yoktu. Alman devleti üç ölümü de "intihar" diye açıkladı, örgüt ise "cinayet", hatta "devlet terörü" olarak.) Madem ayrıntı denizinde bu kadar kulaç attık, haydi belleğinizin derinliklerine bir-iki zıpkın daha fırlatalım: 1975 birçok önemli olaya tanıklık eden yıldı. Armatör Aristotle Onassis ve Josephine Baker o yıl öldüler, Suudi Arabistan Kralı Faysal o yıl suikaste kurban gitti ve Lee Cooper blucinleri o yıl Avrupa'ya ulaşıp giyimde devrim yaptı. O blucinler birkaç yıl sonra Yeşiller'in sadece vazgeçilmez giysisi değil, ayrıca kostümü, hatta smokini olacaktı. Konuya dönelim; Klein baskından 2 yıl sonra pişman olup örgütten ayrıldı. Yıllar geçti, kendini unutturduğunu sandığı sırada, 8 Eylül 1998'te yakayı ele verdi. Bilin bakalım nerede? Yanıtlıyoruz: Paris. İkinci soru; kimdi onu 21 yıl saklayan? Yanıt veriyoruz: Daniel Marc Cohn-Bendit. Evet, evet, 1968 öğrenci olaylarında "Kızıl Danny" diye ünlenen, daha sonra "Yeşil"e dönüşen ve de Josckha Fischer'in can dostu Cohn-Bendit. (Allah'ı var; Türkiye'nin AB üyeliğinin en inançlı, en sağlam ve de en güvenilir destekçilerinden.) Bugün olduğu gibi o sırada da Avrupa Parlamentosu milletvekiliydi. Alman yargısı "Teröriste yataklık" suçundan mahkemeye çıkarmak için Cohn- Bendit'in dokunulmazlığının kaldırılmasını istedi. Parlamento reddetti. Gerekçe: Talebin iletildiği tarihte, isnat edilen suç, göreviyle ilgisi bulunmayan ve çok eskiye dayanan bir eyleme dayandırılıyordu. Uzatmayalım; Klein, Fransız makamlarınca 20 Mayıs 1999'da Almanya'ya teslim edildi. Ertesi yıl yargılanmasına başlandı. 23 Aralık 2000'de Cohn- Bendit mahkemede tanık sıfatıyla ifade verdi. "Klein'ı pişmanlık duyduğu terörden uzak tutmak için birkaç arkadaşımın da desteğiyle 21 yıl boyunca Paris'te barındırıp tüm ihtiyaçlarını karşıladım" dedi. Destekçi arkadaşlar arasında Fischer de var mıydı; kimbilir... Klein 9 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Karardan 2 yıl sonra da affedilip serbest bırakıldı. İşte Fischer'in (Henüz bir yıllık dışişleri bakanıydı) tam da Klein'ın davasında ifade verdiği o günlerde, Alman basınında bir fotoğraf yayınlandı. Klein ve yanındaki sakallı genç, yere düşmüş bir polisi tekmeliyorlardı. Gerçi gencin siması yüzüne sardığı atkı nedeniyle seçilemiyordu ama başta Hıristiyan-Demokratlar olmak üzere birçok kişi onun Joschka Fischer olduğunu öne sürdü. Dahası Bettina Röhl adlı kadın gazeteci, Fischer'in 1976'da bir polisin alevler içinde kaldığı "Molotof kokteyli"ni atan militan olduğunu iddia etti. Bettina Röhl sıradan biri değildi; Ulrike Meinhof'un kızıydı. Fischer ifadesinde gençliğinde aşırı sol saflarda yer aldığını, ancak şiddete her zaman karşı çıktığını ve Klein'ı terörden vazgeçirmeye uğraştığını anlattı. "Daha önemlisi" dedi, "Kızıl Ordu Fraksiyonu ile hiçbir ilişkim olmadı. Dahası, güvenlik güçleriyle yumruklaşmış olabilirim ama hiçbir zaman Molotof kokteyli atmadım." Mahkeme Fischer'e inandı ancak "hınzır" basın üstüne üstüne gitti. Örneğin, birçok kaynaktan doğrulatılan bir iddia ortaya atıldı: Kızıl Ordu Fraksiyonu üyelerinden Margrit Schiller 1973'te Frankfurt'ta Fischer'in evinde kalmıştı. Fischer'in evi o dönemde yol geçen hanı gibiydi. Yoldaşları çat kapı geliyor, "ortak yaşam" düzeninin hüküm sürdüğü dairede diledikleri kadar kalıyorlardı. Fischer iddialara omuz silkti: "Margrit Schiller'le karşılaşmış olabilirim. Ancak şundan eminim; o tarihlerde polis tarafından aranmıyordu" Gazeteler de yalancı şahitliğin cezasının 5 yıl kadar hapis olduğunu haberlerinde sık sık Fischer'e hatırlattılar. O yine gülüp geçti. Zaten bir süre sonra ihbarlar da unutuldu, iddialar da. Ya da delil yokluğundan tarihin çöplüğüne gönderildi. Bir kez dile düşmeye gör. İkinci Dünya Savaşı'nın ardından Macaristan'da varını yoğunu bırakıp Almanya'ya göç etmek zorunda kalmış, Frankfurt'ta kasaplık yaparak hayatını kazanmaya çalışan bir ailenin oğlu olarak 1948'de dünyaya gelen, 17 yaşında hem baba ocağına hem okula veda eden, kendi kendini yetiştiren Fischer'in açılmadık defteri bırakılmadı. Gençliğindeki serserilik yıllarından (Otostopla Avrupa turu yapardı; örneğin Marsilya'da kaldırımlara Hazreti İsa resmi çizerek gelip geçenden dilendiğini hatırlayanlar çıktı) 1969'da Cezayir'de FKÖ'nün konferansına katılmasına kadar. O konferansa İsrail'in haritadan silinmesini öngören yeminli-billahlı karar alınmıştı. Fischer, "Evet, Cezayir'e gittim ama karar tasarısının ne görüşmelerine katıldım, ne oylamasına" yanıtı verdi. (Bizde de hayli çok olan o dönemdeki Filistin romantiklerinden Fischer, devlet adamı esvabını sırtına geçirince, adil bir İsrail-Filistin barışı için en çok çaba harcayanlardan olacaktı.) Epey uzattık; gençliğinde omuz omuza sokak savaşı verdiği arkadaşları teröre saparken, o Yeşiller'e katıldı. Yıl 1977 sonbaharı. O sıralar ortada partiden çok bir sivil toplum örgütü vardı. Ve de fraksiyonlar: Bir yanda düzene başkaldırma yanlısı "Köktenciler", karşılarında düzenle uzlaşmayı savunan "Gerçekçiler." Müthiş hesaplaşmada Fischer "Gerçekçiler"in safında yer aldı, siyaset aracılığıyla ülke yönetimine katılmayı savunarak kısa sürede liderliğini kabul ettirdi ve gerçek bir partiye dönüştürdü. Başardı da. Yeşiller ilk sınavlarında, 1983'te (Helmut Kohl'u başbakanlık koltuğuna oturtan seçim) Alman parlamentosu Buntestag'a girmeyi başardı. Tabii en başlarında Fischer. Ancak o delidoluluğunun kalıntılarını hala taşıyordu. Kravat zorunluluğu olan parlamentoya blucinle gitti. Haydi hoşgörelim. Peki parlamento başkanına "Makamınıza saygım sonsuz ama siz bana bir popo deliği gibi görünüyorsunuz" (İyice yumuşatarak aktardık, ne dediğini artık siz anlayın) hakaretine ne demeli? Birkaç birleşim cezaya çarptırıldı. Gençlik yıllarının ve ideallerinin kalıntısı bu çıkışları bir yana bırakırsak, Fischer partisine gösterdiği hedefe hep bağlı kaldı: Devlet yönetimine katılmak. Yeşiller ilk iktidar stajını eyalet hükümetlerinde koalisyon ortağı olarak yaptılar: Frankfurt, Hamburg, Renan-Kuzey Vestfalya... Böyle böyle 1998'e geldik. Fischer o yıl genel seçimde yüzde 5 barajını rahatlıkla aşıp (1994'te takılmışlardı) Bundestag'a gireceklerini gördü. Ayrıca hiçbir partinin tek başına iktidar olamayacağını da. Ve olası koalisyon ortağını seçti: Gerhard Schröder (O da 68 kuşağı delidolularındandı) liderliğindeki Sosyal Demokrat Parti. Kolay anlaştılar. Gerçekten de Sosyal Demokrat-Yeşiller ikilisi seçimlerde Hıristiyan Demokrat Parti-Hıristiyan Sosyal Birlik-Hür Demokratlar cephesinden hem daha çok oy aldı hem daha çok milletvekili çıkardı. 68 kuşağının haşarı genci artık iktidardaydı. Blucini çıkardı, koyu renk kostüm giydi. Ama bir yeniliğe imza attı: Üç düğmeli takım elbise altına tişört modası başlattı. Yerimiz daraldı; o nedenle 1968'lerin "Savaşa ve silahlanmaya hayır" sloganıyla sokaklara dökülen gençlerinin çekirdek kadroyu oluşturduğu partiyi Bosna'ya müdahaleye de, Afganistan'a asker göndermeye de nasıl ikna ettiğini, bir zamanlar Frankfurt'taki ABD üssünden silah çalanları "ABD bizim en önemli ve en güvenilir müttefikimizdir" çizgisine nasıl getirdiğini anlatamayacağız. 4 yıl çabuk geçti; ama öylesine sevilen bir devlet adamı oldu ki Fischer, partisi tek seçim sloganı ve afişi belirledi. Fischer'in sımsıcak bir portresinin altında üç sözcük: "Oyunuzu ona verin." Verdi de Alman halkı. Yeşiller tarihlerinde en yüksek oy oranına, yüzde 8.8'e ulaştılar. Ve Sosyal Demokrat Parti'yi de Schröder'i de ipten kurtardılar. Bugün de hükümeti uyum içinde götürüyorlar. Şimdi biraz dedikodu yapalım. Fischer'in siyasal yaşamı son derece istikrarlı ve sakin ama özel yaşamında tam tersine kıyamet üstüne kıyamet kopuyor. 4 evlilik yapan Başbakan Schröder'i şu sıralar geçmek üzere, çünkü beşinci kez dünya evine girmeye hazırlanıyor. Yeni yenge adayı, komşu kızı sayılır: İran kökenli 28 yaşındaki Minu Barati. Sadece komşu kızı değil, bizim meslekten, yani medyadan: Televizyon yapımcısı. Tuhaf; Fischer nedense son yıllarda kalbini hep meslaktaşlarımıza kaptırıyor: Üçüncü eşi bizdendi (Claudia Bohm), dördüncüsü de (Nicole Leske.) Bir özelliği daha: Mutluyken kilo alıyor, kötü dönemlerinde zayıflıyor. 1.81 m boyundaki Fischer yine 110 kiloya yaklaştı. Bir ara 75 kiloya inmiş, hatta, uyguladığı rejimi anlattığı kitap (Kendime Yolculuk) bestseller olmuştu. Epeyce uzattık; son söz niyetine, hanım meslektaşlarımızı uyaralım: İstanbul'u komşu kapısı yapacak kadar çok seven "Asi Gençlik"in kahramanı James Dean'in yaşlanmış uslanmışı ama gönül kapısı her zaman yeni maceralara açık Fischer, bir gün karşınıza çıkarsa ya da onu izlemekle görevlendirilirseniz, siz siz olun...
HAYRANI ÇOK "Dünyada onun kadar büyüleyici birine, hele bir devlet adamına kolay kolay rastlayamazsınız." Madeleine Albright (ABD Dışişleri eski Bakanı)
MERT VE DOST "Avrupalılaşmış bir Türkiye, terör ve totaliter zihniyetlere karşı savaşta Normandiya Çıkarması etkisi yapacak. AB üyesi bir Türkiye, İslam ve modernliğin, İslam ve hukuk devletinin, o büyük kültürel gelenek ile insan haklarının bağdaşabileceğini kanıtlayacak." (Fischer'in Süddeutsche Zeitung ve Handelsblatt'a demeçlerinden)
HAYATI SEVİYOR Fischer, Berlin'deki Zur Letzten Inftanz restoranın sürekli müşterilerinden. Napolyon, Maksim Gorki, Jacques Chirac ve Gerhard Schröder gibi geçmişte ve bugün en az onun kadar ünlü isimleri ağırlayan restoranda Fischer şarap eşliğinde makarna yemeye bayılıyor. Galiba bir elin parmaklarına ulaşan eşlerinin bir-ikisiyle de orada tanıştı.
DÜRÜST VE İÇTEN "Afganistan'da helikopter kazasında can veren 7 askerimizin cenaze töreninde, kurbanlardan birinin eşiyle yan yana düştük. Hıçkırıklarımı boğazımda düğümleyerek ona 'Çok üzgünüm ama eşinizin ölümünden sonra bile size barışı korumak için Afganistan'da kalmamız gerektiğini söylemek zorumdayım' dedim. Genç kadın gözyaşları arasında 'Bay Fisher' dedi, 'Benim için ne kadar acı olsa da Afganistan'la ilgili görüşünüze katılıyorum. Ama n'olur Irak'a asker göndermeyin.' (Fisher'in 13 Şubat 2003'te Bundestag'da yaptığı konuşmadan)
|
|
|
|
|
|
|
|
|