|
|
|
|
|
|
1000 kollu Nur talebesi
Said Nursi ancak 1944 yılında, 68 yaşındayken resmi bir soyadına sahip oldu: Said Okur! Risaleleri teksir etme imkânı çıkınca Said Nursi sevinmiş ve makineyi Nur talebesi' ilan etmişti!.
Dizinin dünkü bölümünü bir soruyla bitirmiştik: Eğer Nur Hareketi'ne ilk katılanlar, Anadolu'nun orta ve alt sınıflarından gelen... Manevi bir boşluk içine düşmüş kişilerse... Eğer sosyolojik açıdan Nurculuk buysa... Nasıl oldu da mühendis, doktor, kimyacı gibi pozitif bilimlerle uğraşan... Çağdaş düzenden diğerlerine göre çok daha fazla yararlanan kişiler de Bediüzzaman'ın takipçisi oldu? Bu kritik soruya bir olayla cevap arayalım. 1936'da Said Nursi, Kastamonu'ya getirilmişti. Bu arada Bediüzzaman'ı merak edenler, polis takibine rağmen ona ulaşmaya çalışıyorlardı. Bir gün Kastamonu Lisesi'nden öğrenciler Said Nursi'ye başvurdular: Öğretmenlerimiz bize Allah'tan söz etmiyor. Ne yapacağız?"
KURAN VE FİZİK Bediüzzaman onlara günümüz Türkçe'siyle şu cevabı verdi: "Sizin okuduğunuz bilimlerden her biri, kendine has diliyle, sürekli olarak, Allah'tan söz edip, yaratılmış olanı tanıtıyor. Öğretmenleri değil, onları dinleyiniz." Bu çok önemli bir tavsiyeydi. Prof. Şerif Mardin'e göre fikri açıdan işin sırrı buydu. Yani... Bediüzzaman doğaya bakıyor ve o muazzam işleyişte Allah'ı görüyordu... Dakik bir saat gibi, hiç aksamadan, tıkır tıkır işleyen evren Allah'ın eseriydi... Zaten Kuran da bize bunu öğretiyordu... Doğa yasaları Allah'ın kanıtıydı... Fiziği, kimyayı anlamak Allah'ı da anlamak demekti... Newton'un yaptığı gibi Tanrı'yı sistemin dışına atmak yanlıştı. Aksine fizik bilimi Allah'ı gösteriyordu. İnançla bilim çelişmiyor; aksine bütünleşiyordu. Hem bilim adamı olmak, hem de Allah'a inanmak mümkündü. Bediüzzaman'ın yaptığı gerçekten önemli bir tersine çevirmeydi. Bir an evvel çağdaş uygarlık seviyesine ulaşma arzusundaki Cumhuriyet, daha fazla modernleşebilmek için vatandaşlarının daha az Müslüman olmaları gerektiğini
'ZORLAYAN SİZSİNİZ!' Said Nursi ise yaklaşımı tepe taklak ediyordu: Daha hızlı, daha kolay modernleşmek için daha fazla Müslümanlaşmak gerekiyordu ona göre. İşte bu çarpıcı fikrin dalga dalga yayılması Cumhuriyet yönetimini tedirgin ediyordu, sıkıyordu. Silaha sarılmayan, otoriteye direnmeyen, rejimi zorla yıkmayı hedeflemeyen... Ama öte yandan da bildiğini 'okuyan' Nur talebelerini sürekli denetim altında tutmaya, yıldırmaya, korkutmaya çalışıyordu. 1943 sonbaharında Said Nursi yine gözaltına alınıp Ankara'ya getirildi. Uzun yıllar hem valilik, hem de belediye başkanlığı yapan Nevzat Tandoğan'ın karşısına çıkarıldı. Tandoğan kıyafet kanununa aykırı biçimde giyindiği için onu suçluyordu. Bediüzzaman ise "İnzivaya çekildim. Topluma katılmıyorum. Beni evden alıp dışarıya çıkaran sizsiniz. Dolayısıyla kıyafet kanununu bana uygulayamazsınız" diyordu. Tanıkların iddiasına göre Tandoğan, Said Nursi'ye kasket giydirmeye çalışmış, o da kestirip atmıştı: "Bu sarık bu başla beraber çıkar!"
SUÇ BULUNMADI Bediüzzaman, Denizli Cezaevi'ne kapatıldı. Bu arada100 kadar talebesi gözaltına alındı. Onlarla birlikte risaleler de ele geçirilmişti. Şimdi soru şuydu: Nur külliyatında siyaset yapılıyor mu? Said Nursi risalelerin din uzmanlarınca incelenmesini istedi. İddialıydı, "Avrupa'dan filozoflar getirin" diyordu. Bunun üzerine Ankara'da bir bilirkişi kurulu oluşturuldu. Kurulda Diyanet İşleri'nden Prof. Yusuf Ziya Yörükhan, Dil Tarih Fakültesi Şarkiyat Bölümü'nden Necati Lügal, Türk Tarih Kurumu'ndan Yusuf Aykut risaleleri inceledi. Kurul "Bunlar Kuran tefsiridir; siyasi bir yönü yoktur" kararını verdi. Bilirkişi çalışırken Said Nursi bulduğu her araçla, mesela kibrit kutusunu kullanarak, kendisine sempati duyan gardiyanlar aracılığıyla talebelerine cezaevinden mesajlarını iletiyordu. Mahkeme aylarca sürmüştü. 1944'ün haziran ayında hakim kararını açıkladı: "Suçsuz!" Bediüzzaman salıverildi ama bu kez Afyon Emirdağ'a götürüldü. Kasabadaki önemli isimlerden biri doktorlukla, iskân müdürlüğü görevini aynı anda yürüten Tahir Barçın'dı. 1906 doğumlu Barçın, Said Nursi'nin doktorluğunu yapmakla kalmadı; onu Emirdağ nüfusuna da kaydetti. Bediüzzaman'ın artık 'resmi' bir adı vardı: Said Okur! Yıllar sonra yapılan bir söyleşide Dr. Barçın Bediüzzaman'ın şöyle dediğini belirtmişti: "Öldükten sonra yerimin belli olmasını istemiyorum. Çünkü türbeye gelenler olacak. Kimi ekmek asacak, kimi ip bağlayacak, kimi dilekte bulunacak. Beni kabrimde rahatsız edecekler. Şimdi birisi gelip de elimi öpmek istese, bana tokat vurmuş gibi oluyor. Böyle şeyleri istemiyorum. Mezarım bilinmesin."
FALAKA SEANSLARI Tahir Barçın'ın önemli bir şahitliği de Said Nursi'nin zehirlenmeye çalışıldığını bir doktor olarak söylemesidir. 1948'in ocak ayında Isparta, Denizli, Aydın, Kastamonu, İnebolu'dan getirilen 54 talebesiyle birlikte Afyon Cezaevi'ne kondu. Suçlama aynıydı: Örgüt kurmak, rejimi yıkmaya çalışmak. Cezaevinde talebelere epey baskı yapıldı. Soğuk kış aylarında üstatlarına yardım etmeleri engellendi. Sık sık falakaya da çekildiler. 72 yaşında ve çok hasta olan Said Nursi ise hâlâ kese kağıdının üstüne risalelerini yazıyordu. Mahkeme Said Nursi'ye 20 ay ceza verdi. Temyize gidildi. Karar bozuldu. Bediüzzaman ve talebeleri tahliye edildi.
NURLU TEKSİR CİHAZI Kasım 1949'da Said Nursi tekrar Emirdağ'a getirildi. Bu önemli bir tarihti. Çünkü 1946'da çok partili rejime geçilmişti. Daha önce seçim hileleriyle iktidara gelmesi engellenen DP'nin zaferine 6 ay kalmıştı. 14 Mayıs 1950 genel seçiminde DP hükümet olacaktı. Nurcular hâlâ takip ediliyordu ama her şeye rağmen bir özgürlük havası vardı. Risaleler bir süredir elle değil teksir makinesiyle çoğaltılıyordu. Bediüzzaman teksir makinesini, "Bin kollu Nur talebesi" ilan etmişti. Said Nursi'nin üçüncü evresi başlamıştı.
Emre Aköz-Nevzat Atal
|
|
|
|
|
|
|
|
|