O günler
Yaser Arafat'ı ünlü gazeteci Oriana Fallaci'nin ağzından defalarca dinlemiştim. 1970'lerde dünya liderleriyle yaptığı röportajlarla "star gazeteci" olgusunun ilk örneğiydi Fallaci. Konuştuğu insanlar kadar ünlüydü. Ama ben onu 11 Eylül sonrasında, hayattan elini eteğini çekmiş, mutlak izolasyon içinde Manhattan'daki evinde kanserle mücadele ederken tanıdım. İtalyan televizyonu seyreder, ciğerlerini saran kansere rağmen ufak cigarillo'lar içer, ara sıra bana ünlü chef Jacques Pepin'den öğrendiği dana pirzolasını yapar ve mideye indirişimi izlerdi. Görüştüğü tek tük insanlardan biriydim. 70'ini geçmiş "diva"yla eski günlerden, Beyrut'tan, Arafat, Indra Gandhi, İdi Amin gibi liderlerle geçirdiği uzun saatlerden laflardık. Ama en çok "bugün"ü konuşurduk Oriana'yla. Münakaşaya bayılır, sık sık ellerini havaya kaldırarak bağırıp çağırmaya başlardı: "Öfff seni gidi cahil kız! İslam'la bir yere varılamayacağını anlayamadın hala!" Neyse Arafat'a dönelim. Oriana, İslamcılara ve siyasal İslam'a kızgın olsa bile, "gerçek bir entelektüeldi" dediği Humeyni'yi çok sayardı. Buna karşın Arafat'la sohbetleri hep kavga gürültüyle bitmişti. Arafat için "kabadayı" ya da "koca ağız" derdi. Ona göre Filistinli liderin karanlık, mafyöz bir tarafı vardı. Filistinlilere sempatisi olsa bile Arafat'ı "kaba kuvvet" olarak görüyordu. Oriana antikadan, Avrupa kültüründen, klasik müzikten, Floransa'dan getirdiği halis zeytinyağından, rafine şeylerden hoşlanırdı. Humeyni'yi de zaten uzun felsefe sohbetleri ve Kant konusundaki bilgisi nedeniyle sevmişti.
*** Yaser Arafat olmasaydı Filistin davası nerede olurdu? Bu sorunun cevabını bilemeyiz. Ama birçok Filistinli aydın Arafat'ı "Oslo öncesi" ve "Oslo sonrası" olarak iki farklı cephede değerlendiriyor. 1993 Oslo barışı öncesi gerilla lideri olarak Filistin davasına uluslararası kimlik kazandırdı. Filistin halkı için mücadele verdi. Oslo sonrasında ise barış sürecine tam adapte olamadı. Gerilla döneminde olduğu gibi mutlak kontrol (operasyonel ve finansal) istedi; Filistin Özerk Yönetimi kuruluş deklarasyonunda "İsrail'in yok edilmesi"yle ilgili ifadelerden ancak büyük baskı sonucu 90'ların sonunda vazgeçti; haklı ya da haksız, 2000 yılında Camp David'de masadan kalkarak Filistin devletinin kuruluşunu geciktirdi. O tarihi toplantıda Clinton ve Ehud Barak'a içerleyerek "eve dönen" Arafat, binlerde İsrail ve Filistinli'nin ölümüyle noktalanan El-Aksa İntifadası için de düğmeye basmıştı. Peki gerilla kodadı "Ebu Ammar"la anılan Arafat, acaba barış değil yalnız savaş adamı mıydı? Birkaç yıl önce bunları Arafat'ı yakından tanıyan Cengiz Çandar'a sorduğumda içerlemişti. Camp David'de Arafat'ın masadan kalkma nedeninin, Camp David'de "sürdürülebilir" ve "bütün" teşkil eden bir Filistin devleti sunulmayışı olduğunu, Arafat'ın masadan kalkmaktan başka şansı olmadığını hatırlattı. Camp David'deki plana göre Filistin, minik İsrail yerleşim bölgeleri sayesinde birbirinden kopmuş adacıklardan oluşacaktı. Arafat bunu istememekte haklıydı. Ama Arafat'ın daha sonra El-Aksa Şehit Tugayı'nın intihar saldırılarına verdiği maddi ve siyasi destek ve Hamas'a gem vurmak yerine onunla rekabete girmesini izah etmek kolay değil. Filistinli dostum Ömer Karsu'ya göre, "Arafat yerine başımızda Mandela olsaydı çoktan Filistin devletine kavuşmuştuk." Filistinli aydının da açmazı bu: Hem mücadele, hem de uzlaşı gerekiyor. Bazen daha çok uzlaşı. Ama ben her şeyden çok Süleyman Demirel'in dün CNN Türk'teki sözlerine katılıyorum: "Filistin'de akıllı adamlar var. Barış yolunu bulacaklarına inanıyorum." Arafat sonrası Filistin'de, halen hapishanedeki karizmatik lider Marvan Berguti, Amerikalılar'ın favorisi Muhammed Dahlan, ılımlı siyasetçi Ebu Mazen ya da tanımadığımız yeni isimler siyaset sahnesine çıkma imkanı bulacaktır. Filistin'de liderlik vasfına sahip değerli insanlar var. Yeter ki artık terör değil diplomasi dönemi başlasın.
|