| |
25 yılı kurtarmak
Bugüne kadar sağlıktan trafiğe, adaletten eğitime, yeni bir Anayasa'ya kadar neşter atılmasını bekleyen tüm alanlarda ciddi, kapsamlı, bilimsel çalışmalar yapan TÜSİAD için sosyal güvenliğin özel bir önemi var. O konuda yılmadan, yorulmadan reform projeleri hazırlıyor. Sayabildiğimiz kadarıyla dün son 10 yıldaki dördüncü projesini tartışmaya açtı. Haklı. Sosyal güvenlik sorunu, bu gidişle yeni krizlerin ebesi olacak. Rakamlar ortada: Sosyal güvenlik kurumlarının açığını kapatmak için bütçeden aktarılan kaynak 1999'da 3 katrilyon liraydı. 2000'de 3.2 katrilyona çıktı, 2001'de 5.5 katrilyona, 2002'de 9.7 katrilyona, 2003'te 14 katrilyona, bu yıl 19 katrilyona. 2005 bütçesinde ise 22 katrilyonluk kaynak aktarımı öngörülüyor. Yani 15 milyar dolar. Açığın GSMH'ye oranı incelendiğinde durumumuzun freni boşalmış ve yokuş aşağı giden kamyondan farksız olduğu daha iyi görülüyor: Bu oran 1994'te sadece yüzde 1'di, 1999'da 3.7'ye yükseldi, bu yıl 4.5'e. Gelecek yıl yüzde 5 olacak.
Çifte rekorlu Türkiye Batı ülkelerinde de sosyal güvenlik sistemleri darboğazda ama nedeni bizimkiyle taban tabana zıt. Onlarda sorun, nüfus yaşlandığı için prim ödeyen ile emekli maaşı alan arasındaki dengenin altüst olması. Bizde ise popülizm ve "Benden sonrası tufan" adamsendeciliğinin yol açtığı kısır döngü. Sözde işsizliğe çözüm olacak diye erken emeklilik imkânı getirildi. Emekli sayısı çığ gibi artınca maaşları finanse edebilmek için sigorta primlerine yüklenildi. Prim oranı rekabet açısından katlanılamayacak boyuta gelince işverenler zorunlu olarak kayıt dışına yöneldi. İstihdamın yarısından fazlası kayıt dışına kayınca prim havuzu daraldı. Şimdi hem erken emeklilik rekoruna sahibiz, hem de ücretlerde prim yükü rekoruna. Sadece 19.4 yıl çalışma karşılığı 28 yıl (erkekler için), hatta 35 yıl (kadınlar için), emekli maaşı alma imkanı Türkiye dışında hiçbir ülkede yok. Yine Türkiye dışında, işletmeler üstündeki SSK prim yükünün net ücrete oranının yüzde 51'i geçtiği ülke de yok. Ama bu kısır döngüyle daha fazla gidemeyiz. Bir yandan esaslı vergi reformuyla vergi ve prim yükünü azaltıp kayıt dışını daraltmak, bir yandan da 1999'da ilk adımı atılan sosyal güvenlik reformunu sonuçlandırmak zorundayız. Ve bunları "nitelikli işgücü" yaratacak önlemlerle desteklemek durumundayız ki 2030'larda faciayla karşılaşılmasın. Neden 2030'lar? Cevabını Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nın "Sosyal güvenlik sisteminde reform önerisi" başlıklı raporundan aktaralım.
Fırsat ya da kâbus Türkiye genç bir nüfusa sahip ama pek uzak olmayan gelecekte hızla yaşlanacak. 65 yaş ve üstündekilerin toplam nüfusa oranı 2012'de yüzde 7'ye ulaşacak. 2039'da ise yüzde 14'e. Yani 65 yaş üstündekilerin ikiye katlanması için 27 yıl yetecek. Oysa bu geçiş Fransa'da 115 yıl sürdü, Almanya'da 45, ABD'de 75, İsveç'te 85 yıl. Son zamanlarda sıkça seslendirilen "Fırsat penceresi" dedikleri olay bu. Türkiye genç nüfus avantajını sadece bu 27 yıllık dönemde kullanabilecek. Tabii istihdamdaki artış kayıt altına alınırsa, bu genç işgücüne nitelik kazandırılırsa ve katma değeri yüksek alanlarda çalıştırılırsa. Torunlarımızın rızkından daha fazla çalmamak, fırsat penceresini onlar için kâbus kapısına dönüştürmemek için sosyal güvenlik reformunu bitirmek zorundayız. Ne kadar can acıtırsa acıtsın...
|