Yine (u)mutluyum!
Bu meslekte insanın gurur duyabileceği kişisel başarıları vardır; yahut paylaşılan "iyi işler". "Başarılar" en objektif görünümlerinde bile birtakım "değerler" veya "değersizlikler"le ölçüldüğünden, sübjektiflik taşır. Kiminin "başarı" saydığını, başkaları kendi terazisinde öyle adlandırmayabilir. Birçok "iyi gazetecilik" başarısının yanı başında, açıkça görülmese de, gizlenen, üstüne gidilmeyen haberlerden örülü bir gölge durabilir mesela. Çok satmak, çok kar yapmak gibi piyasa diline münasip "net başarılar", mesleki-insani duyarlılıklardan epey azade olabilir mesela.
*** Gazetecilikte 25 yılım doluyor. Kişisel gurur duyabileceğim de, utanç dolmuş olduğum da yığınla olay, an yaşadım, paylaştım. Öznesi olduğum başarılar sayılabileceği gibi, öznesi olduğum yahut paylaştığım ayıplar da vuku bulmuştur. Uzun bir süreyi, "gazete mutfağı" denilen yazı işlerinin çeşitli kademelerinde geçirdim. "En üst düzey" önemliyse, genç yaşımda onu da yaşadım; yine genç yaşımda bırakmasını, iktidar terk etmesini de bildim. Bir 10 senedir, adına "köşe yazısı" denilen kanalda, aklımın-bilgimin, yüreğimin-vicdanımın yettiğince, bağımsızca sorarak, yazarak, bazen öfkelenerek, "eleştirel sorumluluk" göstermeye çabalıyorum. Yöneticilikten salt yazı yazmaya geçiş dönemimde, kendim de dahil, yaptıklarımıza, yapmadıklarımıza, yapamadıklarımıza iğne de, çuvaldız da batırabilmek üzere, bu meslek üstüne yoğun "eleştirel bilgi" edinmeye çalıştım. Üniversitede ders verirken, asıl kendim öğrenmek, düşünmek, yeniden değerlendirmek ve paylaşmak, iletmek istedim. Adımı taşıyan yahut elimden, aklımdan, masamdan geçmiş nice haberle çok değer verdiğim meslektaşların aldığı ödüllerle elbette gurur duyarım. Ancak, öğrenme ve paylaşma sürecinin esas gurur duyduğum iki ayağı var. İkisi de kendi adımı koymak için değildi.
***
İlki; 1998'de 3 bine yakın imza ile çıkan ve bence hala dünyadaki en düşünülmüş, en gelişmiş, en ayrıntılı, en vicdani "gazetecilik ilkeleri"nden biri olan "Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi". Türkiye Gazeteciler Cemiyeti imzası taşıyan bildirgeyi, dünyadaki tüm benzer metinleri pösteki sayar gibi inceleyip kaleme almaktan, ortak bir irade olarak paylaşmaktan hep mutluluk duydum. Diğeri ise, "ombudsman" yahut "okur temsilcisi". Bildirgenin ardından o dönem Milliyet yönetiminde tekrar bir şeyler yapabilme imkanı bulunca, ilk şartım, kimsenin aklından bile geçmeyen, "Türkiye'de bir ilk" olan okur temsilciliğinin kurulması, yani gazetenin içeriden ama bağımsız, özerk bir açıdan okurla birlikte eleştirilmesiydi. Bunu layıkıyla, o zaman başka bir müessesede olan Yavuz Baydar'ın yapabileceğini düşündüm. Ve gelip o dönem Milliyet yönetiminin de anlayışıyla en iyisini yaptı. Uluslararası ilgi ve ilişki kaynağı oldu. Hatta biz kovulunca bile o kurum baki kaldı. Tesellim oldu. Ne var ki, "bağımsızlık alerjisi" sonunda onun da başını yedi. Şimdi yine (u)mutluyum. Geçmişi sorunlarla, yanlışlarla dolu SABAH da, yeni döneminde girdiği yeni yolda, başta Genel Yayın Yönetmeni Ergun Babahan, yönetimin cesur adımıyla "okur temsilciliği"ni oluşturdu; hem de yine Baydar'la. Babahan dün, her ikimizin artık SABAH'ta olmasına "kaderin cilvesi" demiş. Aslında, kimi yerde tefessühe, kimi yerde tekamüle dair bir hikaye bu!
|