Prag ellerinde...
Oldum olası severim yurtdışı seyahatlerini. Kapıkule'den çıkayım da nereye olursa olsun... Ama nereye gidersem gideyim, üç günden fazla kaldığım zaman fenalık geçirmiyor da değilim! Size geçen hafta Prag'a gideceğimi söylemiştim, hem de kalabalık bir grupla... En sevdiğiniz arkadaşlarınızla olmak zaten dünyanın en büyük keyfi. Bir de bu seyahatse... Hani arkadaşınızı bir seyahatte, bir içerken, bir de kumar masasında tanırmışsınız... Benim bu seyahatteki arkadaşlarım zaten çok uzun yıllardır tanıdığım isimler. Şefik Öztek yaklaşık 20 yıllık arkadaşım, Deniz Seki'yi bilmeyen kalmamıştır, keza Neşe Ünal... Şefik eniştem oluyor, Şebnem Özinal gelinimiz tabii... Hepimiz seyahate bir hafta kala sürekli birbirimizi aradık: "Bir problem yok di mi, gidiyoruz di mi..." Peki ben hepsini nasıl mı kandırdım? Şöyle: "Canım arkadaşlarım Prag'da konserim var, hayatımda hiç gitmedim. Biricik arkadaşınızı yalnız bırakırsanız bu sizin ayıbınız!" Ama ne acındırma... Velhasıl yola koyulduk... Hiçbirimiz daha önce gitmemişiz Allah'ın Prag'ına, kulaktan dolma bilgilerimiz var. Bir heyecan, bir heyecan... Öğrendim ki, Prada çantalar çok ucuz! Ama Neşe, daha önce dersine iyi çalışanlardan... Atladı hemen, "O Prag'da değil, Floransa'da..." Biz hep bir ağızdan başladık: "O zaman rica edelim konseri Floransa'ya alsınlar, çanta almayacaksak niye gidiyoruz abi!" Eveeet, uçağa bindik hayırlısıyla. Hiç fark ettiniz mi insanlar kalabalık olduklarında daha bir kendinden emin, hatta şımarık hale geliyor! Uçan sanki babamızın uçağı ama lütfedip birkaç insanı da yanımızda götürüyoruz havası var hepimizde. Hafif bir görgüsüzlük de söz konusu ama baştan hiçbirimizin Prag'ı görmediğini söyledim Allah'tan. Deniz yeni kamerasıyla uçakta görüntülüyor hepimizi; nasıl gülüyoruz anlatamam. Diğer yolcuların bundan pek memnun olduğunu sanmıyorum ama kendim eğlence gürültülerinden hiçbir zaman rahatsız olmadığım için olanları oldum olası sağlıksız bulurum. Tamam, belki biraz dozunu kaçırmış olabiliriz! Mesela Şefik'le Neşe su savaşı yapmayabilirdi; arka koltuktaki turistler de tertemiz suya kezzap muamelesi yapıp 'ciyaklamazlardı.' Şimdi öyle iki ara bir dere durum ki... Beş dakika önce üstlerine su gelen adamların oyun kağıtlarını istemişiz, blöflü pişti oynuyoruz! Şefik, sevgilisi Şebnem'e hava atmak için bana blöfler yapıyor; Şefik'in tam arkasındaki yolcu bey, bana Şefik'in kağıtlarını işaret ediyor, devamlı yeniyorum... Tabii o andan sonra ortam gerildi. Hepimiz Neşe'ye saldırdık: "İşte senin gibiler yüzünden Avrupa Birliği'ne giremiyoruz..." E tabii adamların kağıtlarını geri iade ettik. Hesapta protesto ettik. Sanırım hâlâ üzülüyorlardır! Her neyse, muhteşem Prag'a vardık. Arabalarımıza binip otele gelirken şoföre ilk sorumuz şuydu: "Kaç nüfus var acaba şoför kardeş?" Tercümeyi yapan Şefik, '20 milyon insan' diye çevirdi şoförün dediğini. İlk önce pek anlayamadım ama önce bomboş caddelere sonra şoföre baktım. "20 milyon insan nasıl olur ya! İstanbul'un iki katı nüfus nereye saklanabilir ki hepsi birden?" derken, iki milyon nüfusta anlaştık! Yabancı bir ülkede ilk sohbet; "Yahu ne temiz, pırıl pırıl caddeler, yürümeye kıyamaz insan" şeklinde oluyor da; acaba İstanbul'a gelen turistlerin ilk sohbeti ne oluyordur? Şehrin ortasından bir nehir geçiyor. Şefik isyanlarda: "Bütün Avrupa ülkelerinin ortasından nehir geçiyor; Fransa, Almanya, Amsterdam... Bizde niye yok?" Hemen atılıyorum: "Bre zındık, bizde olan kimde var? Hem bizde böyle bir nehir olsa, şehrin göbeğinde hemen bataklık yaratsak, inek büyüklüğünde anofeller yetiştirsek, böylece bütün dünyaya ün salsak di mi!" Bu arada Prag'da geçirdiğimiz sürede, o uzun uzun anlatılan güzellikteki kızlardan göremedim. İki şık var; ya çok kıskancım ya da güzellik anlayışım farklı. Bence bizim kızlar beş bastı... Otele geldik, hâlâ çocuklar gibi şeniz. Nasıl güzel bir otel, anlatamam. Direkt şahane restoranına girdik. Ama bana ayrılan yer çoktan bitti. Devamı cumartesi günü olsun, hem belki fotoğraf da yayınlarım...
|