Güvenlikçinin güvene ihaneti
Gerçek bir hukuk devleti olabilmek için AB şart koşana kadar bekleyip bekleyip sonra kağıt üzerinde yaptığımız düzenlemelerin, bazı derin siyasi ve demokratik ilkellikler açısından henüz hiçbir hayrını görmedik.. Dokunulmazlıklar, Siyasi Partiler Yasası ve seçim mevzuatı gibi meseleler en az güvenlik konuları kadar derin ve stratejik değil mi? Ne var ki bu gibi meselelerle ilgili olarak henüz halisane bir iyileştirme niyeti dahi ortaya çıkmış değildir. Her şeyde olduğu gibi AB 'Gelin bakalım, şu ev ödevini niye atladınız' diye kulak çekmeye başlayana kadar da bu iradeyi arayacağız.. Esasen sadece bu en temel demokratik konularda adım atmamışlığımız bile AB yolunda gerçekleştirdiğimiz düzenlemelere içerik olarak inanmadığımızı, sadece gündelik kazanımlar peşinden koştuğumuzu belgelemeye yeter..
*** Derin ilkelliklerimizden biri de polisle medya arasındaki işbirliğidir.. İşkence konusunda 'sistemlisi yok' diye AB'den yüksek ehliyetname alan Türkiye'de en yaygın hak ihlallerinden biri bu vadide bütün azametiyle devam ediyor.. Bu öyle bir polis-medya işbirliğidir ki, yargıdan önce insanları mahkum etme alışkanlığımızın sarsılmadan ayakta kalmasını sağlamaktadır.. Düzenin işleyişi utanç verecek derecede basit: Gazeteci, gündelik bomba haber şehvetiyle veya 'kendini bomba habere mahkum hissetme' kompleksiyle koştururken bir kısım eski kafalı şark kurnazı polis yöneticileri 'bomba ürün'ü sızdırırlar.. Bu 'bomba ürünler' de maalesef çoğu zaman şef hazretlerinin ve üstlerinin belirli bir yönde erkenden kamuoyu oluşturma arzularının eseridir: -Ben şimdi bu adamları bülbül gibi öttüreceğim.. İşkence ile veya işkencesiz, hikayelerini söküp alacağım.. Ama bunlar mahkemeye gidince bize verdikleri ifadeleri inkar edecekler, baskı altına aldığımızı söyleyecekler.. Bir fiske vurmasak da öyle diyecekler. Hakimler de aslında bizim vardığımız sonuçların doğru olduğunu bildikleri halde, bazen yasalardaki boşluklar yüzünden, bazen başka sebeplerle yakaladığımız kişileri salıverecekler.. Fakat medya ile bombardımanı tamamlarsak kamuoyu gibi hakimler de etkilenir.. Böylece gerçekte suçlu olduklarından emin bulunduğumuz bu mikroplar yasaların boşluğundan yararlanamaz, hapishaneyi boylarlar.. Böylece polis, medyanın alet olması sayesinde hukuk dışı bir iş yaptığı halde kendi vicdanını rahatça susturabiliyor, hatta belki kahramanlık duygusu bile yaşayabiliyor: -Bunca elverişsiz şartlara rağmen kötülerle mücadele ediyoruz.. Oysa böyle düşünen ve davranan polis, kendisi hakkında hiç kimsenin oluşturamayacağı kadar güven kemirici bir kanaatin gelişmesine yol açıyor. Nitekim bu böyle olduğu için de eski bir polis şefi çıkıp, 'Mafyalar arasında ayrım gözetiliyor' diye beyanat verebiliyor.. Olacak şey mi? Polisi en iyi tanıyanın yine kendi meslektaşı olduğuna göre, emekli bir polisin bu iddiasını istediğiniz kadar resmi ağızlarla yalanlayın, iş işten geçmiştir. Şimdi duyan duymayana aktara aktara zaten fısıltı halinde dolaşan dedikoduyu adeta doğa kanunu gibi bir gerçek haline getirmiştir: -Polis mafyalar arasında ayrım yapıyor!!! İsteyen araştırsın; mafya dünyası ile ilgili az buçuk merakı olanlara göre bu cümle tartışılmaz bir gerçektir. Peki tablo kimin eseri? Hiç şüphesiz şark kurnazı polis yöneticilerinin eseri.. Çünkü daha baştan kullanılan tılsım batıldır ve geri tepecektir. O tılsım medyayı dolduruşa getirmektir... Malumat sızdırarak yargıdan önce infaz uygulattırmak aslında polisin intiharıdır. Oysa gerekçe ne kadar da masum: -Bunlar zaten suçlu.. Öyleyse bunları mahkum ettirebilmek için biraz da kural dışı yöntemlerden güç almanın neresi kötü olsun?! Öyle olmuyor işte.. Bu ülkede polisin adı zaten çıkmış dokuza, yalan da olsa mantıklı gibi görünen her suçlama anında yapışıyor.. Alan güvenlik alanı.. Böyle bir alanda kadı kızındaki kusur bile güveni yok ediyor. Fatih Terim'in Özhan Canaydın için Hıncal Uluç'a söylediği sözün yeridir: -Güven ya vardır, ya yoktur, güvenmenin azı-çoğu olmaz.. Kağıt üstünde istediğimiz kadar AB düzenlemesi gerçekleştirelim. Zihniyetler değil sipariş üzerine, devrimle de değişmez. Kökten zihniyet değişimi için insanları ikna edip ardından sürükleyerek dönüştürecek önderler gerekir; en önemlisi yoğun çaba ve zaman lazımdır.. Şipşak cennet hülyalarına son..
|