| |
Öfkenin tohumları
AB Komisyonu'nun Türkiye ile üyelik müzakerelerinin başlatılmasına yeşil ışık yakan raporunun Avrupa kamuoyunda depreme yol açacağı biliniyordu. Ancak depremin merkez üssü yanılttı. Herkes Almanya ya da Avusturya'da beklerken, kıyametin büyüğü Fransa'da koptu. Şimdi herkes "Neden Fransa" sorusuna yanıt arıyor. Fransızlar da. Elbette bu toplumsal patlamayı tek nedenle açıklamak mümkün değil. Tarihten coğrafyaya, dinden ekonomiye kadar herkesin kolaylıkla ezbere sayabileceği yığınla gerekçe veya bahane sıralayabiliriz. Ancak tepki zincirlerinin boşalmasına yol açan bir başka neden var: Fransa'daki Türkler veya genellersek Avrupa'daki Türkler. Ve son 40 yılda gelmiş geçmiş hükümetlerin bu milyonlarca Türk'ü kaderlerine terk eden politikaları. O politikalar nedeniyle Avrupa'daki Türkler, bulundukları ülkelerde "yabancı" kaldılar. Orada doğanlar bile. Orada doğanların yine orada doğan çocukları bile.
Blucinden başörtüsüne Fransız "Le Monde" gazetesinde üç gün önce ilginç bir yazı yayınlandı. Başlığı: "Türkler'den daha Türkler." Fransa'da yaşayan Türkler'le yapılmış görüşmelere dayalı bir yazı. Çoğu diyor ki, "Fransızlar yanılıyor, Türkiye'ye gitseler, görüşleri değişecek. Türkiye'deki Türkler'in, Fransa'daki Türkler'den ne kadar farklı olduklarını görecekler." İşte sorunun candamarı bu. Avrupa'daki Türkler, Türkiye'deki Türkler'den çok daha kötü bir imaja sahip. Fransa'daki vatandaşlarımızın uyum sorunlarıyla uğraşan "Elele" derneğinin yöneticisi Gaye Petek, bu imaj kaymasının nedenlerini bakın nasıl anlatıyor: "Evlerde sadece Türkçe konuşuluyor, Türkiye'den getirtilen yiyecekler yeniyor, Türk televizyonları izleniyor. Fransız komşularla asla ilişki kurulmuyor. O kadar ki, Türkiye'den ailelerinin yanına gelen kızlar kendilerini bekleyen yaşamı görünce şoka uğruyorlar. Türkiye'de blucin giyen kızlara Paris'te başörtüsü, sokağa çıkma yasağı dayatılıyor." Asimilasyon korkusuyla entegrasyonu reddeden bu Türkler, "kapalı toplum" modeli bir yaşam geliştirdiler. Bir tür "cemaat" örgütlenmesine yöneldiler. Yalnızca Türkler'in yaşadığı mahalleler, sokaklar oluşturmak. Mümkün değilse, Türkler'in oturduğu apartmanlar yaratmak.
Sivil değil dini toplum Bu tür örgütlenmelerde kaçınılmaz olarak din lehim işlevini gördü. Eh, gelmiş geçmiş tüm hükümetler de konuya yeterli duyarlılığı göstermeyince, meydan farklı amaçlar taşıyan odaklara kaldı. Onlar da Avrupa'nın göbeğinde denetim dışı dini beylikler kurdular. Buyurun bir örnek. Avrupa Milli Görüş Teşkilatı'nın genelgesi: "Müslümanlar kayıtsız şartsız camilerin çevresinde yaşamalı. Buna dikkat etmezsek, neslimizi ve inancımızı kaybederiz." İşte Türkiye'den geri bu Türkler sonunda Fransızlar'ın ayrılıkları fark etme duyularını köreltti. Araplar ile Türkler'i , ülkedeki en büyük ve en istenmeyen Müslüman topluluğu olan Kuzey Afrikalılar ile Türkler'i aynı kefeye koydurdu. Ömer Şerif'in başrolünü oynadığı "İbrahim Bey ve Kuran'ın Çiçekleri" filminde bile bu genelleme vardı. Türk olan İbrahim Bey'i mahallede herkes "Arap bakkal" olarak biliyordu. Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu Başkanı Joost Lagendijk, "Aman" diyor, "17 Aralık'a kadar Fransız halkına odaklanın..." 40 yılın birikimini 2 ayda çözmek için İbrahim Bey'den mi yardım istesek.
|