En zorlu değişim
Başbakan Erdoğan, partisinin 3'üncü istişare toplantısında devlet-toplum ilişkilerine yönelik düşünce sistematiğini ortaya koydu. Partisinin hizmet anlayışını dile getiren Erdoğan, "Türkiye'de Ankara'da mukim, Ankara'ya mahkbir iktidar olmadığının" altını çizdi. Başbakan, hızla değişen bir topluma ayak uyduran bir siyasi iktidar modeli arzuladığını ortaya koydu. SABAH gazetesi, 3 Kasım seçimlerinin sonuçlarını "Anadolu İhtilali" manşetiyle yorumlayarak vermişti. Bu seçim sonuçları, Türkiye'nin artık Ankara-İstanbul eksenine dayanan bir ekonomi-siyaset ilişkisinin kalıplarına sığmadığının en açık göstergesiydi. Aslında 3 Kasım, taşranın kent üzerinde varlığını en açık biçimde hissettirmesi, Türkiye'nin geleceğinde, siyasetinde ve ekonomisinde söz sahibi olma isteğinin dışa vurumuydu. Türkiye'nin çevresi, en merkeziyle bu seçim sonucunda tanıştı, bir araya geldi. Henüz kaynaştıkları söylenemez. Bir üretim biçimi değişiminin, siyaset biçimini değiştirmemesi beklenemez. Her türlü değişim süreci de sancılı olur. Taşra, bir yandan merkezi yeniden tanımlayıp biçimlendirirken, bir yandan da kendisi onun tarafından biçimlenecek, şekil alacak. Türkiye, 1980'lerde gerçekleştirdiği ancak Özal'ın iktidarı bırakması sonucu yarıda kalan serbest piyasa ekonomisine tam geçişin sıkıntılarını yaşıyor. Şu anda, toplum ve siyasi iktidar bu değişimi damarlarında hissediyor, yaşıyor. Ancak, yarı-sosyalist modele göre biçimlenmiş devlet yapısı bu değişime direniyor. Yargının tam bağımsızlığı, pazarın bürokratik karar sürecinin önüne geçmesi, 1940'larda oluşturulmuş devlet zihniyetinin algılayamayacağı kavramlar olarak ortaya çıkıyor. Kısaca, toplum ve siyasi iktidar arasında ciddi bir engel var. Bu engelin adı da bürokrasi. Bu sistem işadamı ve vatandaşa sıkıntı çektirmek için kurulmuş sanki. Yukarıda da belirttik. Özal'la birlikte serbest piyasa ekonomisine geçişin adımlarını attık ancak bunun hukuki altyapısını, kurallarını oluşturamadık. Bunun sonucunda da herkesin kafasına göre takıldığı, rüşvet ve kayırmayla iş gördüğü saçma sapan bir sistem ortaya çıktı. Bunun sonucunda Boğaz'ın dibine ilçe sınırları değiştirilerek gökdelen dikildi, büyük kentler birbirinden çirkin binalarla doldu, yabancı sermaye yatırımı çekilemedi, Türk işadamı yatırım yapamaz hale geldi. Şimdi, Avrupa Birliği sayesinde bu süreci tamamlamayı umuyoruz. Devletin düzenleyici ve denetleyici rolünü üstlendiği bir döneme geçeceğiz. Kamuoyunun beklentilerinin aksine önümüzde sıkıntı ve zorluklarla dolu bir 10 yıl var. Başta bürokrasi olmak üzere toplumun önemli bölümünün bir zihniyet devrimi yaşamasını gerektiren bir süreç bu. Başbakan'ın "Üzülerek ifade ediyorum ki, kamu yönetiminde israfın, verimsizliğin, ağır ve hantal bürokrasinin yol açtığı tahribatın tam olarak giderilebildiğini henüz söyleyemem" şeklindeki sözleri bu gerçeği ifade ediyor. Türkiye 17 Aralık'ta alacağı müzakere tarihi ile bu engeli aşma yolunda tarihi bir adım atacak. Müzakere süreci, hem toplumu, hem siyaseti, hem bürokrasiyi değiştirecek. 10 yılın sonunda varmayı umut ettiğimiz noktadan sonra Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne tam üye olup olmaması o kadar önem taşımayacak zaten.
|